ACI
NEDEN ACI ÇEKİYORUM?
Sevdiğim düşünürler arasında bulunan değerli düşünürlerden biri de Arthur Schopenhauer'dır. Yaşamı çileli geçtiği için hayata kötümser bakar. Annesi ondan hoşlanmamış, babası intihar etmiştir. Hayatının büyük kısmını, Frankfurt'ta küçük bir apartman dairesinde, izole bir şekilde geçirmişti. Buna bağlı olarak dünyanın acılarla dolu bir yer olduğuna inanıyordu.
Ona göre acılarımızın kaynağını arzularımız oluşturuyordu. Daha önceleri Stefano D'anna'nın "Tanrılar Okulu"nu okumuş ve o da insanların acıya bağımlı olduğunu, ona alıştıklarını söylüyordu. Aynı şekilde; Paulo Coelho'nun "On bir dakika" adlı kitabında da ana tema acı idi. İnsanların acı çekmekten hoşlandığını iddia ediyorlardı. Merak ettim ve Schoppenhaure'ın "Acı"sını daha yakından tanımak istedim.
Schoppenhaure'a göre çektiğimiz acıların kaynağı arzularımız. İnsanlar arzularının peşinde koşarken acıyı da beraberlerinde sürüklüyor ve hayatlarını bir felaket haline getiriyorlar. Ayrıca; acılarımız zevklerimize çok daha ağır bastığı için, hayatlarımızın keyifli değil sefil olduğunu, farkında olmadan acının esiri olduğumuzu iddia ediyor. "Davranışlarımızı irademiz belirlemektedir. İnsanların büyük çoğunluğu, yanlış şeylerin peşinde koşarak kendileri acıyı davet eder" diyor ve bizleri bundan kurtaracak yolları da öneriyor.
Schopenhauer göre hayat boyunca farklı nedenlerle her zaman bir şeylere ihtiyaç duyarız ve bir şeylerin eksikliğini hissederiz. Eksikliğini hissettiğimiz şeyleri elde ederek bu acıya son vermeye çalışırız. Schopenhauer buna çabalamak diyor. Çabalarımız ya başarılı olur ya da başarısız. Başarılı olsak bile, duyduğumuz tatmin geçicidir. Kısa bir süre sonra elde ettiklerimizden sıkılır ve yeni bir eksiklik duygusu bizi huzursuz etmeye başlar. Kısacası arzularımızı kökten frenlemedikçe daha fazla çabalamaya ve dolayısıyla daha fazla acı çekmeye mahkumuz.
Schopenhauer'ın dediği gibi arzularımız sınırsızdır ve arzuların talepleri tükenmez. Tatmin ettiğimiz her arzu, yeni bir arzu doğurmaktadır. Dolayısıyla yaşam, sürekli bir acı çekme döngüsüdür ve bu acı çekme döngüsünün özünde arzularımız yatar.
Schoppenhauer bu saptamayı yaptıktan sonra, değişik eserlerinde bu acılardan kurtulmanın yollarını da öneriyor. Hayretle öğrendim ki önerdiği çözümlerden biri çilecilik. Ona göre "Çilecilik", basitçe tüm zevklerin reddedilmesidir. Kişinin hayatından tüm zevkleri çıkararak arzularını ve buna bağlı yaşama istencini ortadan kaldırabilir. Bu yolu bir öneri olarak sunmasına rağmen insanların ezici çoğunluğunun, çile çekmeyi göze alacak ilgi ve disiplinden yoksun olduğunu, bu yolu izleyerek hayatın acılarının üstesinden gelemeyecekellerini kabul etmiştir.
Bir diğer önerdiği yol "Merhamet" sahibi olmak. Schoppenhauer, evreni, doğayı bir bütün olarak görmekte ve her şeyin, her canlıyı, her varlığı içinde barındırdığını, onun özünden bir parçayı içinde taşıdığını kabul etmektedir. "Sen bensin, ben senim" sözünün başka bir formu. Dolayısıyla hiçbir şey arasında ayrım yapılmaz. Birey, insan, canlı, cansız, benlik gibi kavramlar geçersizdir. Bu nedenle gerçeklik, tek bir bütündür. Her şey biz olduğumuza göre, diğer insanlara, hayvanlara ve dünyadaki her şeye merhametli davranmanın mantıklı olduğunu ileri sürer. Kısacası; merhametli olmak, kendine iyi davranmaktır.
Yaşamın acılarını hafifletmek için önerdiği üçüncü yol, sanat ve kültür gibi estetik faaliyetlerdir. Bir şeye dikkatimizi verdiğimizde artık arzularımız, isteklerimiz derinlere çekilir. O zaman nesneleri, arzularımızdan bağımsız olarak kavrarız. Böylece nesnelere tamamen nesnel olarak bakarız. Dış etkenlerden tamamen arınır, onlara bir iç gözle bakarız. Bu da bizi huzura kavuşturur. Bir sanat eserini düşünen kişi, kendini arzu etmekten koparabilir. Bizi yaşam istencinden yani arzu ve çabadan anlık olarak uzaklaştırır. Sanatı platonik bir İdea olarak, yani gerçekte olmayan, hayali bir şey olarak kavramsallaştırır. Başka bir deyişle bir manzarayı resmeden sanatçı, onu bizim algıladığımızın dışında resmetmeye çalışır. Yani o şeyin nesnelliğini yakalamayı amaçlar. Schopenhauer göre sanat, istenç ile temsil arasında yer alır. Başka bir deyişle sanat; nesnelere ilişkin kendi algımız tarafından bozulmamış bir formdur ve bu nedenle temsil değildir. Yaşam istencinde de ayrıdır. Dolayısıyla en yüksek biçimiyle sanat, nesnelliğe en çok yaklaşabildiğimiz şeydir. Bir sanat eserine bakmak, nesnelerin gerçek doğasına yaklaşmaktır ki bu da kişinin gerçekliğin nelerden oluştuğunu anlaması anlamına gelir. Bu farkındalık sayesinde kişi kendini bir anlığına bu istençten koparabilir ve nesnelerin gerçek doğasından istencin baskılarından kurtulmuş olarak bakabilir.
Schoppenhaur yaşadıklarının etkisiyle yaşama kötümser bakan bir düşünürdür. Ona göre neşe, olumlu bir duygu değildir. Daha ziyade, acılarla dolu bu dünyada, dış koşullardan bağımsız olarak az acı çekme durumudur. Acıdan yoksun bir yaşam ideal olabilir. Ancak buna ulaşmak oldukça zordur. Budist rahipler gibi sadece birkaç kişi bunu dener.
Onun bu görüşleri çok tartışılmıştır. Bana göre onun asıl söylemek istediği; arzularımızda, isteklerimizde ölçülü olalım, kendimizi zevkin ve arzularımızın esiri haline getirmeyelim. Yoksa yaşadığımız bu acılar dünyasında, kendimizi acı çekerken bulmamız işten bile değildir.
Bir başka yazıda buluşmak üzere...