BİT PALAS
"Bit Palas" kitabının ana karakteri, bir apartman. Bonbon Palas adındaki apartmanın on dairesinde yaşayan insanlar üzerinden bize, tipik "İstanbul" yaşantısı, başarılı bir şekilde gösteriliyor. Romanı okurken, apartmanda yaşayan insanlar arasındaki ilişkilerin karmaşıklığı, karakterlerin açmazları, geçmişleri ve sorunları; sizi peşine takıp sürüklüyor. Apartmanda yaşayan insanların özgün hikayeleri, sonunda yazar tarafından ustaca tek bir hikâyede bütünleştiriliyor. Elif Şafak da bu eserini “İstanbul’un küçülmüş, çekmiş hali” olarak değerlendiriyor.
-----------------oooOOOooo-----------------
1917’deki Rus Devrimi’nden kaçan Agripina Fyodorovna Antipova ve kocası General Pavel Pavloviç Antipov 1920 yılının sonbaharında İstanbul’a gelirler ve önceki müreffeh hayatlarının aksine, burada oldukça fakir ve imkânları kısıtlı bir yaşam sürmeye başlarlar. Ne yazık ki general, girebildiği tek işi gururundan dolayı kaybeder ve daha sonra bir iş bulamaz; bundan dolayı eve ekmek getirme görevi Agripina Fyodorovna’ya düşer. İstanbul’da doğum yapan bu kadın, işte olduğu bir gün, bebeğini kaybeder. General Pavel Pavloviç’in, uyku esnasında, kucağında ölen bu bebek onların laneti olur. Yaşadıkları sonrası Agripina Fyodorovna İstanbul'dan kaçmak ister. Fransa’ya yerleşirler.
Fransa!da olsalar da vefat eden bebeklerinin hatırası, Agripina Fyodorovna ve Pavel Petroviç'i rahat bırakmaz. Agripina Fyodorovna, Fransa’da bunalıma girer. Kliniğe yatırılan karısını iyileşir umuduyla İstanbul’a getirir. General, Fransa'da kazandığı para ile İstanbul’da Art Nouveau tarzında bir apartman yaptırır. Adı Bonbon Palas’tır. Bonbon Palas, daha önce mezarlık olarak kullanılan bir arsa üzerine, 1966 yılında inşa edilir. Ayrıca bahçesinin olduğu yerde bir de evliya mezarı bulunmaktadır. Apartmanın 10 numaralı dairesinde yaşayan bu çiftin mutluluğu uzun sürmez; 1970’te Agripina Fyodorovna, 1972’de ise Pavel Petroviç vefat eder. Bonbon Palas, Pavel Petroviç’in Fransa’da yaşayan gayrimeşru kızına kalır. Bu kız ise, İstanbul’a gelmez, evi görmeden daireleri kiralaya verir. 10 numaralı daireyi ise Madam Teyze diye bilinen yaşlıca bir kadın tutar.
Bonbon Palas'ta on daire vardır. 1 numaralı daire kapıcı dairesidir. Burada görevini başarıyla yapan, kapıcı Musa ve Meryem çifti yaşamaktadır. Oğulları Muhammet, okuldaki arkadaşları tarafından her gün tartaklanan, bundan dolayı da cesaret sorunu yaşayan bir çocuktur. Aslında depo olarak inşa edilen ama daha sonra normal dairelerin yarısı fiyatına kiraya verilen 2 numarada ise bekar bir öğrenci olan Sidar, köpeği Gaba ile beraber yaşamaktadır. 3 numara, Celal ile Cemal adında, korkuları aynı ama huyları farklı ikiz kardeşlerin bayan kuaför dükkanı olarak tutulur. Zamanında babaları, annelerini terk edip Avustralya’ya yerleşmiş ve Cemal’i de yanında götürmüştür. Birbirinden ayrı büyüyen kardeşler yakın zamanda tekrar bir araya gelmişler ve bu kuaförü açmışlardır. 4 numaralı daire Ateşmizacoğulları’na aittir. Zemin katta ve girişin sağında kaldığı için apartmana girip çıkanları gözetlemek hususunda ideal bir dairedir burası. Ateşmizacoğulları'nın en önemli meşgalesi de bundan ibarettir. 5 numarada Hacı Hacı ile onun oğlu, gelini ve torunları oturmaktadır. Gelini işe gidince Hacı Hacı, yaşları 5 buçuk, 6 buçuk ve 7 buçuk olan torunlarına ilginç hikayeler anlatır. Onlarla oyunlar oynar ve bu şekilde zaman geçirir. Onu sevmediği belli gelini ise, çocuklarını kayınpederinden sakınır; Hacı Hacı’nın onlara hikaye anlatmasını istemez. . 6 numarada Metin Çetin ve karısı Nadya yaşar. Bir Rus olan Nadya Bonbon, Palas’tan kurtulmak isteyen, ev hanımlığından sıkılan ve özgürlüğe susayan bir kadındır. Kocası ou aldatmaktadır. 7 numara, bir akademisyen olan “Ben”dir. Karısı Ayşin’den yeni boşanmış, kadim arkadaşı Ethel ile zaman geçiren ve bir müddet sonra Bonbon Palas sakinlerinden Mavi Metres ile yakınlaşan; böylece içinde bulunduğu zor durumdan kurtulmaya çalışan birisidir. 8 numara, zeytinyağı tüccarının metresi olan Mavi Metres’in evidir. 22 yaşında olan Mavi Metres, lise birden terk, açmazlar içinde bir karakterdir. 9 numarada, temizlik hastası Hijyen Tiyen ile onun Su adındaki kızının yaşamaktadır. Su’da bit çıkması ve bu nedenle bir süreliğine okuldan uzaklaştırılması, Hijyen Tijen’de şok yaratacaktır. 10 numara, evine kimseyi sokmayan, ayda yılda bir kardeşiyle dışarıda buluşan, yaşlı ve süslü bir dul olan Madam Teyze’nin evidir.
Olay, 2002’de geçmektedir. Birbirinden ayrı hikâyelere sahip apartman sakinlerinin tümünü tek bir hikâyede birleştiren mesele, Bonbon Palas’ta var olan "Çöp kokusu" sorunudur. Kokunun sebebi ise, mahalle sakinleri tarafından Bonbon Palas’ın bahçesinin çöplük olarak kullanılmasıdır. Apartman sakinleri bahçeye çöp dökülmesini engellemek için ellerinden geleni yapsalar da yine sonuç alamazlar. Çöplen, aynı zamanda Bonbon Palas’ın hamam böcekleri istilâsına uğramasını da sebep olur.
Hikâye, Bonbon Palas sakinlerinin zamanla ve çeşitli vesilelerle birbirine yakınlaşmasıyla devam eder. Ben, Mavi Metres’le yatmaya başlar ve Hijyen Tijen’in kızı Su’ya özel ders verir. Su ise, evine hiç kimseyi sokmayan Madam Teyze’ye misafir olarak gitmeye ve bu yaşlı kadınla sütlü kahve içmeye başlar. Meryem, Hijyen Tijen’e temizliğe gider. Mavi Metres’le de sohbet eden Meryem, ona; bir dileğinin, evliyalara çaput bağlayarak nasıl gerçekleştiğine dair bir hikâyeyi anlatır ve eğer herhangi bir dileği varsa evliyalar vasıtasıyla onu gerçekleştirebileceğini söyler. Bunun gibi yakınlaşmalar neticesinde, Bonbon Palas’ın çöp kokusunun ve hamam böcekleri tarafından işgal edilme sebebinin, mahalle sakinleri tarafından bahçeye dökülen çöplerden kaynaklanmadığı ortaya çıkar. Kitabı okursunuz diye gerisini yazmayacağım.
Kitabın beni etkilemesine neden olan güçlü gözlemler ve ifadeler var. Bunlardan biri saçmalamak üzerine. Saçmalıyorsun demenin en ince yolu “Hayal gücün geniş” sözüdür. Endişelenmeye başladığımda, nerede ne zaman ne söylemem gerektiğini karıştırdığımda, insanların bakışlarından korktuğumda, insanların bakışlarından korktuğumu belli etmemeye çalıştığımda, tanımak istediğim birine kendimi tanıtmak istediğimde, aslında kendimi ne kadar az tanıdığımı bilmezden geldiğimde, geçmiş canımı yaktığında, geleceğin daha iyi olmayacağını kabullenemediğimde, insan olmayı içime sindiremediğimde saçmalarım. Hakikat yatay bir çizgi ise yalan dikey bir çizgidir. Saçmalamak ise bir çemberdir. Ne başı vardır ne de sonu.
Sıkıntılı, karmaşık durumlarda, erkekler annelerinin, hala, kızkardeş, abla, karı vb aksi sorularını ve karakuşi yorumlarını soğukkanlılıkla karşılar, sanki her şey kontrol altındaymış, bilgileri dâhilinde gelişiyormuş gibi davranırlar.
Bazı insanlar hep yaşından önde gider. Erken mevkilere gelirler. Yaşlanınca da bir köşeye çekilip yaşının kendisine gelmesini beklercesine sessiz sakin, sabit ilerleme bekler. Fazla yüksekte olanlar hep daha yükseğe odaklanır. Derken daha fazla yükselecek yer kalmadığını fark edince yerlerine mıhlanırlar. Bu tiplerin bazıları fazlaca zayıftırlar ve bunun da farkındadırlar. Bu nedenle başkaları gibi olmak için değil de kendileri gibi olmamak için iktidarlarına dört elle sarılırlar. Ne istediklerini bilirler ve tüm ömrü boyunca bunun için gıdım gıdım uğraşmışlardır. Hayli de başarılı olmuşlardır. Herhangi bir değişime uğrayacak en son tür.
Bir plan yapılmaya kalktığında bazılarımız ; “hele o gün bir gelsin bakarız, neymiş” der. Onlar için günlere gidilmez, günler onlara gelir, gelirken de muhakkak bir şeyleri getirir. Düşün denize bakıyorsun. “Şu 55.dalga çok güzel oraya yüzelim” dediğinde o dalga belki de şu anda 35.dalga oldu. Yani dalga zaten sana geliyor. 2 seçeneğin var, atlıyacaksın denize, sen de bir katre olacaksın denizde, ya da kıyıda bekleyeceksin, dalgaların kıyıya vurup parçalanmalarını seyredeceksin. O zaman da onlar bir katre olacak gözlerinin önünde. 2 türlü yaşanır hayat. Ya kendini yok edeceksin hayatın içinde, ya da hayatı yok edeceksin kendi içinde.
Hayatımızı kontrol edemediğimizi itiraf etmeliyiz. Yaptıklarımdan sorumlu tutulabilirim belki ama yol açtıklarımdan tutulamam.
Zengin entelerin tek ortak noktaları; başladığı işi bitirememek. Geleneksel her şeye alerjileri vardır. Daha önce denenmemişi yaparak orijinal olma saplantıları ve iddialı projeleri vardı. Kabuklarına tutunmuş midyeler gibi başlangıç aşamalarına tutunmuş kalmış bu tiplerin yollarına devam edebilmeleri için birinin ellerinden tutması gerekiyordu.
Aşk nörokimyasal bir düzenektir. Eğer 40 yıl sonra kocasına körkütük aşık bir kadın görürsen, bil ki belleği tıpkı bir baştankaranın belleği gibi çalışıyordur. Aşkın ölümsüz olması için hafızanın ölümlü olması şarttır. Baştankaraların Hipokampuslarındaki nöronları ölüp ölüp dirilir. Bu naif vücutlu kuşların beyinleri çok ufak, gövdeleri de çok dayanıksız ve zayıf. Yumurtalarını sakladıkları kovukları, kışın soğuğuna nasıl dayanacakları nasıl yiyecek bulacakları vb. bilgileri hatırlamak zorundalar. Hafızaları bu kadar kuvvetli olmadığından bildiklerini üst üste depolamak yerine mevcut bildiklerini her sonbaharda yok edip yerine yenilerini koyuyorlardı. Evlilik de böyle. Yıllardır aynı şeyi yapabilmenin yolu, yıllardır aynı şeyi yaptığımız unutmaktan geçer.
İnanç, tıpkı bir tren tarifesi gibi özünde bir zamanlama meselesidir. Gar saati insan ömrünün çeşitli zamanlarında vurur. Aynı saatlerde kalkar tren. Öğleden önce bir tek sefer vardır. Çocuk yaşta bir inancı benimseyenler buna biner. Öğleden sonra bir kez daha kalkar tren. Ergenlik zamanının huzursuz yolcularını da alıp götürerek. Akşama kadar başka sefer olmaz. Akşam olduğunda, insan ömründe ilk derin pişmanlıkların baş gösterdiği, işlenen cürümlerin telafisinin mümkün olmadığı anlaşıldığı, en kavi yuvaların tepetaklak devrildiği, ilk ciddi sağlık problemlerinin belirdiği saatte üçüncü kez kalkar tren. Yolcuları nedense hep son dakikada biner bu trene telaşla. Ve nihayet gece yarısına doğru, kritik ameliyatlardan sonra, ya da ölüme ramak kala, peş peşe iki tren daha vardır. En kalabalık tren bunlardır. Hiçbir istasyonda durmadan şefaat ekspresiyle doğrudan tanrıya giderler. Akşam yolcularının aksine, kaçırmamak için trenlerini, ne olur ne olmaz hep önceden alırlar gardaki yerlerini. Ve vakit gece yarısını vurduğunda garın o hıncahınç kalabalığından tek tük inançsız kalmıştır geriye.