DA VİNCİ ŞİFRESİ
Yayınlandığı ilk hafta liste başlarına yerleşen kitap, gizemlerle dolu tarihte sizi uzun bir yolculuğa çıkarıyor. Yolculuk uzun olmasına rağmen yorulduğunuzu hiç hissetmiyorsunuz. Bu yolculukta erkek egemen bir dünyada Roma Kilisesi'nin kadınşlar hakkındaki düşüncelerini, Hz. İsa hakkında bilinmeyen sırları, Edebiyata, sanata, müziğe konu olmuş Maria Magdelena'nın kaderine yakından şahit oluyorsunuz. Sırlarla dolu bir geçmişte, sürprizlere hazır olmalısınız.
Yazar Hakkında
Başkanlık Ödülü'nü kazanmış bir matematik profesörü ile ilahiyat müzisyeni bir annenin oğlu olan Dan Brown, 1964 yılında, New Hampshire'da doğdu. Bilim ve din gibi paradoksal felsefelerin egemen olduğu bir ortamda büyüdü. Dan Brown, öteden beri şifre çözme ve gizli hükûmet örgütlerine ilgi duymuş bir yazar. 1996'da ilk romanı, Dijital Kale, yayınlandığında, elektronik kitap listelerinde hemen birinci sıraya yükseldi. Amerika Ulusal Güvenlik Teşkilatı'nı (NSA) konu alan roman, sivil halkın mahremiyeti ile ulusal güvenlik arasındaki ince çizgiyi irdeliyordu.
2000 yılında İsviçre fizik laboratuvarı ile Vatikan kenti arasında geçen, bilim ve din odaklı bir gerilim romanı "Melekler ve Şeytanlar"ı yayınladı. 2001'de, tekno-gerilim türündeki "İhanet Noktası"nda, politikada ahlak, güvenlik ve gizli teknoloji konularını işledi. Büyükbabasının da mason olduğunu pek çok programda açıklayan Dan Brown, "Kayıp Sembol" adlı romanında da masonluk konusunu işlemiştir.
-----------oooOOOooo-----------
Paris Louvre Müzesi müdürü Jacques Sauniere, ünlü simge bilim profesörü Robert Langdon ile buluşacağı gece, müzede bir cinayete kurban gider. Teğmen Collet Langdon'a uğrayarak ona Sauniere’nin cesedinin fotoğraflarını gösterir ve müzeye gitmesini ister. Langdon’u müzede Yüzbaşı Fache karşılar. Müdür Sauniere’nin çıplak cesedi ile karşılaşır. Cesedin yanında bazı mesajlar vardır. Mesajı çözmek için kriptoloji ajanı Sophie Neveu gelir.
Yüzbaşı Fache bir numaralı cinayet zanlısı olarak Profesör Langdon’u görmektedir. Sophie, Langdon’a, Paris ABD Büyükelçisi ile temas kurması gerektiğini ve kendisine bir mesaj olduğunu söyler. Araması için kendi telefonunu Langdon’a uzatır. Longdon Amerikan Büyükelçiliğini aradığında karşısına telesekreter mesajı çıkar, mesajdaki ses Sophie’nin sesidir. Sophie mesajında profesöre tehlikede olduğunu, Fache’nin cinayet zanlısı olarak Langdon’u gördüğünü söylemektedir. Telefonu kapatan Langdon tuvalete gider. Bu arada Fache ve Sophie tartışıyorlardı ve Fache, Neveu’nun olay yerini terk etmesini istiyordu.
Sophie olay yerinden uzaklaştı ama müzeyi terk etmedi. Profesöre yardım etmesi gerekiyordu, gizlice tuvalete gitti. Profesöre cebinden çıkardığı cesede ait bir fotoğrafı gösterdi. Sauniere’nin yazdığı mesajın sonunda "P.S. Robert Langdon’u bul" yazıyordu. Yüzbaşı Fache bu cümleyi sildirmişti. Langdon, neden cinayet zanlısı olarak görüldüğünü şimdi anlamıştı. Eğer geri dönerse Fache tarafından tutuklanacaktı. Sophie, tek çarenin, Amerikan Büyükelçiliğine kaçmak olduğunu söyler. Profesör ise kaçarsa cinayeti kabulleneceğini düşünüyordu. Profesörün cebine yerleştirilen ve sinyal gönderen küçük bir aleti, bir sabunun içine yerleştirdikten sonra kırmızı ışıkta bekleyen kamyonun üzerine fırlatarak izlerini kaybettirirler.
Yüzbaşı Fache Langdon’un kaçtığını zannederek, adamları ile birlikte sinyali takibe başlar. Bu sırada Ajan Neveu ve Profesör Langdon olay yerine dönerler. Sophie, yerde yatan Sauniere’nin büyükbabası olduğunu söyler. Sophie ve Sauniere uzun süredir görüşmemektedirler. Mesajdaki "P.S." ise Sauniere’nin torununa taktığı lakap olan Prenses Sophie kelimelerinin baş harfleridir. Sauniere arkasında bıraktığı sırların, Profesör Langdon tarafından çözülebileceğini düşünerek torununa bu mesajı bırakmıştır.
Sauniere, bir başka mesaj daha bırakmıştır. Mesajda "Leonardo Da Vinci, Mona Lisa" yazmaktadır. Müzedeki Mona Lisa tablosunun arkasında haçı andıran ve ortasında P.S. yazan bir anahtar bulurlar. Bundan sonra böyle şifreleri keşfede, ede, arada da birkaç kez yakalanma tehlikesi atlata atlata roman ilerler. Şifreleri çözebilmek için Langdon’un arkadaşı Sir Leigh Teabing’den yardım alırlar. Sonunda ulaştıkları mesaj; Hz. İsa'nın "Kutsal Kase"sine ulaşmak için gerekli olan "Kilit Taşı"nın yerini gösteren bir şifredir. Aynı zamanda Kutsal Kase ile Da Vinci arasındaki bağlantıyı anlatır. 1099 yılında kurulan Sion Tarikatı, kardeşlik bağları çok güçlü olan bir tarikattır. Tarikatı yönetenler arasında Leonardo Da Vinci, Isaac Newton, Victor Hugo gibi önemli isimler vardı. Tarikata üye olmak ve güven kazanmak çok zordu. Sion Tarikatında, Hıristiyanlığın aksine kadın çok değerliydi.
Eski dinler doğanın ilahi düzeni üzerine dayanır, yaşadıkları dünyayı iki parça olarak düşünürdü. Erkek ve dişi. Tanrılarla tanrıçalar bir denge oluştururdu. Yin ile yang. Enerjileri dengelendiğinde, dünya huzura kavuşur, denge bozulduğunda kaosa sürüklenirdi. Tanrıça Venüs, Dünya Ana ile bağları olan, güçlü bir dişi tanrıçaydı. Venüs gezegeni her dört yılda bir, ekliptik (yörüngesel) semada, 5 köşeli mükemmel bir yıldız çizer. Eskiler bunu keşfettiklerinde çok etkilenmiş ve Venüs ile onun 5 köşeli yıldızını mükemmellik, güzellik ve cinsel aşkın sembolü haline getirmişlerdi. Antik Yunanda olimpiyatlar, Venüs'ün 4 yıllık devrinden esinlenerek, 4 yılda bir düzenlenmiş. Beş köşeli yıldız, Olimpiyat amblemi iken son anda, oyunların çok kapsamlı ruhunu ve ahengini yansıtması için iç içe 5 halkaya dönüşmüştü. Beş köşeli yıldızın orijinal dişi anlamı, Roma Katolik kilisesini rahatsız ediyordu. Pagan tanrıları ve tanrıçalarına karşı yürüttükleri kampanya sırasında, çok kan dökme bahasına, onların sembollerini şeytani anlama soktular. Yeni doğan her güç, var olan sembolleri devralır ve anlamlarını yok etmek için onları zaman içinde yıpratır. Poseidon’ın çatallı balık zıpkınının, şeytanın yabası; şifacı ninenin sivri külahlı şapkasının, cadı sembolü olması gibi, Venüs yıldızı da şeytan işareti oldu, satanistlerin sembolü haline geldi. Aşk ve güzellik tanrıçasının sembolü şu anda ölüm makinalarında, tanklarda, savaş uçaklarında, general yıldızlarında.
Leonardo Da Vinci tarihçiler için hep zor bir konu olmuştu. Önsezileri kuvvetli, doğanın ilahi düzenine tapan bir dâhiydi. Sanatçının tuhaf davranışları, ona şeytani bir hava veriyordu. İnsan anatomisi üzerinde çalışmak için cesetleri mezardan çıkarır, ters el yazısıyla gizemli günceler tutar. Kurşunu altına döndürecek simyacı gücüne, bulacağı iksirle ölümsüzleşeceğine, tanrıyı kandıracağına inanırdı. Daha önce düşünülmemiş korkunç işkence ve savaş aletleri icat ederdi. Ortaya koyduğu nefes kesen Hristiyan sanatı bile, sanatçının çarpık bir ruha sahip olduğu inancını engelleyemiyordu. Vatikan’ın verdiği yüzlerce siparişi kendi inancı olarak değil, ticari amaçla kabul etmişti. Ama o kendisini besleyen eli sinsice ısırarak kendini eğlendiriyordu. Pek çok Hristiyan tablosunda gizli semboller, işaretler saklıyordu. Böylece kendi inançlarını yüceltiyor, kiliseyi belli etmeden küçümsüyordu.
Da Vinci’nin altın oranı PHI, pi’den farklı bir sayıdır. 1,618, sanatta çok önemlidir. Doğadaki temel yapıtaşıdır. Bitkiler, hayvanlar, insan anatomisi bu orana sahiptir. Bir kovanda dişi arıların erkek arılara oranı 1,618'dir. Sedefli deniz helezonu, batmazlığını sağlamak için etrafındaki kabuğuna gaz pompalayan bir kafadan bacaklıdır. Her bir spiral çapının diğerine oranı 1,618'dir. Ayçiçeği çekirdekleri zıt spiraller ile büyürler. Her birinin çapının diğerine oranı 1,618'dir. Spiral çam kozalakları, bitki saplarındaki yaprak düzenleri, Vinci’nin meşhur "Vitruvius adamı"… Boyumuz ile göbek deliğimizden aşağıya olan oran; omuz başından parmak ucuna olan oran ile dirseğinden parmak ucuna; kalçadan yere veya dizden yere olan oran hep bu orandır. Sanatçılar altın oranı kullanırlar. Piramitler, New York'taki Birleşmiş Milletler binası bu oranla tasarlanmıştır. Mozart, sonatlarının düzenlenmesinde, Beethoven'in 5. senfonisinde, Bartok'un, Debussy'nin, Schubert’in eserlerinde altın oran gözlenir. Stradivarius’un ünlü kemanlarında f-deliklerinin yerlerini belirlemekte, PHI sayısı kullanılır. Mükemmellik sembolü beş köşeli yıldızdaki bütün doğrular da bu orana sahiptir.
Dünyada, kaosun altında aslında bir düzen vardır. Eskiler PHI’yi keşfettiklerinde doğaya hayran kaldılar. Tanrının dünya yapıtaşıyla karşılaştıklarından emindiler. Doğaya bu yüzden taptılar. Paganlar gibi aslında bilmeden birçok kutlama yaparız. Mesela 1 Mayıs, toprağın uyanışıdır. Bunun gibi, "Gül" sembolü yüzyıllardır doğru yolu gösteren haritalarla ve ruhlarla birlikte anılır. Hemen her haritaya çizilen "Pusula gülü", ana yönleri gösterir. Rüzgâr gülü diye bilinen sembol; 8 ana rüzgâr, 8 ara rüzgâr ve 16 çeyrek rüzgâr olmak üzere toplam 32 rüzgârın geldiği yönü belirtir. Pusulanın bu 32 noktası mükemmel 32 yapraklı bir geleneksel gülü andırırdı. Gül, gizlilik anlamı da taşır. Eski Romalılar toplantılarının gizli olduğunu göstermek için kapılarına gül asar, katılanlar söylenenlerin sır kalması gerektiğini bilirlerdi.
Rosa rugosa en eski gül türlerindendir. Venüs gibi onun da beş yaprağı vardır. Beşgen bir simetriye sahip olması, kadınlıkla güçlü ikonografik bağlantılar sağlar. "Magdalalı Meryem" ismi, Kilise tarafından yasaklandığı için onu pek çok gizli takma isimle andılar. Kadeh, Kutsal Kâse, Gül... Gülün, beş köşeli Venüs yıldızı ve rüzgârgülü ile bağları vardır. Gül, aynı zamanda Yunan Aşk tanrısı Eros'un anagramıdır. Açmakta olan gül çiçeği, kadının cinsellik organına benzediği için gül, dişi cinselliğinin en önemli sembolüdür. İlkel tanrıça mezheplerinde beş yaprak, dişi hayatının beş evresini temsil ederdi; doğum, âdet görme, annelik, menopoz ve ölüm... Çiçek açan gülün, kadınlıkla olan bağlarının çok daha görsel olduğu kabul edildi. İnsanoğlunun dünyaya adım attığı yüce çiçek.
Modern kilisenin günümüz dünyasına getirdiği onca yenilikleri kimse inkâr edemez. Ama kilisenin hilekâr ve vahşi bir yanı da var. Pagan ve dişilere tapan dinleri dize getirmek için başlattıkları haçlı seferleri 300 yıl sürmüştü. Cadıların hepsi; kadın âlimlerden, rahibelerden, çingenelerden, mistiklerden, doğa aşıklarından, bitki toplayıcılarından oluşuyordu. Ebeler doğum sırasındaki sancıyı azaltarak, kilisenin öğretilerine karşı gelen tıp bilgisini kullandıkları için öldürülüyorlardı. Kilise, bu acının, insanın ilk günahı işlemesinin sonucu olarak, kadınlara verilen bir ceza olduğunu düşünüyordu. 300 yıl boyunca 5 milyon cadı öldürülmüştü.
Bu propagandalar sonuç verdi. Bir zamanların ruhani dünyasının yarısı olan kadın, dünyadaki mabetlerden kovuldu. Kadın ortodox haham, Katolik papaz, kadın imam yoktu hiç. Bir zamanlar kutsanan Hieros Gumos-kadın erkek doğal birleşmesi, böylece ruhların birleşmesi- utanç verici bir davranış haline sokulmuştu. Bir zamanlar tanrıyla konuşmak için dişi meslektaşlarıyla cinsel birleşmeye ihtiyaç duyan kutsal adamlar, artık şeytanın işi olarak gördükleri seks güdülerinden korkuyorlardı. Çünkü şeytan, kadınlarla işbirliği içindeydi.
İsa’nın çarmıha gerilmesinden 300 yıl sonra, İsa'nın müritleri katlanarak artmaya başladı. Hristiyanlar ile Paganlar sık, sık karşı karşıya geldi. Bu anlaşmazlık neredeyse Roma’yı ikiye bölecekti. Konstantin bir şeyler yapmaya karar verdi. 325 yılında Roma'yı tek bir din altında birleştirmeye karar verdi. Hristiyanlık. Çünkü Konstantin Hristiyanlığın yükselişe geçtiğini görebiliyordu. Kazanacak ata oynadı. Tarihçiler hala güneşe tapan Paganların, Hristiyanlığa nasıl döndüğüne hayret eder. Konstantin, Pagan sembollerini, tarihlerini ve ayinlerini, büyüyen Hristiyan geleneklerine yerleştirerek, her iki tarafın da kabul edebileceği makul, karma bir din yaratmıştı. Hristiyan dininde Pagan dininin izleri inkâr edilemez. Mısırlıların güneş çemberi, Katolik azizlerin haleleri oldu. İsis’in mucizevi bir şekilde gebe kaldığı oğlu Horus’u emzirmesini resmeden harfler, Bakire Meryem’in İsa’yı emzirdiği modern sahnelere dönüştü. Katolik ayinindeki tüm görsel unsurlar; piskoposluk tacı, sunak, ilahi okumak, komünyon…doğrudan eski Pagan dinlerinden alındı.
Hristiyanlıktaki hiçbir şey orijinal değildir. Hristiyanlık öncesinde Tanrının oğlu ve dünya ışığı diye bilinen Tanrı Mithra, 25 Aralık'ta yani Noel gecesi doğmuştu. 25 Aralık aynı zamanda Osiris’in, Adonis’in ve "Şarap Tanrısı Dionysos"un doğum günüdür. Hristiyanlıkta, Yahudilerin Şabat’ı olan Cumartesi günü kutsaldır. Constantine, Paganların güneş kutlaması günüyle onu değiştirdi. Günümüzdeki kilise cemaatinin tümü, Pagan güneş tanrısının övüldüğü gün olduğunu bilmeden, Pazar ayinlerine gider. Hristiyanlığın kutsal günü bile Paganlardan çalıntıdır.
Her yerden bir İncil çıkıyor, Hristiyanlık ve İsa hakkında farklı söylemler ortaya atılıyordu. Bizans İmparatoru Konstantine, Hristiyanlığı sağlamlaştırmak için "Nikaia konseyi" diye bilinen ünlü ekümenlik toplantısını düzenledi. (İznik amentüsü diye de bilinir)Bu toplantıda Hristiyanlık pek çok açıdan ele alındı. Oylama yapıldı. Paskalya tarihi, piskoposluk rolleri, kutsal tören ve elbette İsa’nın tanrısallığı günlerce tartışıldı. İsa burada tanrılaştırıldı. Bundan önce İsa, Tanrının oğlu olarak değil, ölümlü bir peygamber olarak bilinirdi. Mesih’in tanrının oğlu olması İznik'te teklif edilmiş ve onaylanmıştı. İsa’nın Mesih olması, kilise ile devletin işlemesi için elzemdi. Bu nedenle İznik, Hristiyan hacıların uğrak yerlerinden biridir.
Konstantine bunu İsa’nın ölümünden 400 yıl sonra yaptı. Bu arada İsa’nın ölümlü olduğunu yazan birçok kitap ve belge vardı. Cesur bir hamleyle, İsa’nın insani özelliklerini anlatan kitapları yasakladı, onu tanrı gibi gösteren yeni İncil yazdırdı. Ötekileri yaktırdı. Eskiyi okuyanları kâfir ilan etti. Şans eseri, yasaklanan bazı İnciller bugüne kadar gelebildi. Lut gölü yazmaları, 1950'lerde Yahuda Çölü'nde, Kurman Vadisi yakınlarında bir mağarada saklı bulundu. 1945’de Nag Hammadi’de bulunan kıpti yazmaları da bunlardan bir başkası.
Da Vinci’nin "Son akşam yemeği tablosu", Hz. İsa'nın insani özelliklerini ortaya koyan bir başka belgedir. Tablo, içlerinden birinin kendisine ihanet edeceğini açıkladığı sırada Mesih ve havarilerini betimler. Ekmek yiyip şarap içiyorlardı. Normal olarak bu masada bir bardak olmalıydı yani "Kutsal kase". İsa, Komünyon törenlerinde yapıldığı gibi, o kadehi diğerlerine elden, ele geçirmişti. Ama Da Vinci’nin tablosunda 13 kadeh, yani herkese bir bardak vardı. Hem İncil'de hem de "Kâse" efsanesinde, bu an Kutsal Kâse'nin ortaya çıkışı olarak anlatılmaktadır. Fakat ilginç olan; tablonun "Kutsal Kâse"nin, gerçekte "Kadın" olduğunu anlatmasıdır. Kâse, kayıp tanrıçanın sembolüydü. Hristiyanlık ortaya çıktığında eski pagan dinleri hemen yok olmamıştı. Kadehi aradığını iddia eden Şövalyeler, kadınlara boyun eğdiren, inanmayanları yakan ve paganların kutsal dişiye saygı göstermesini yasaklayan bir kiliseden korunmak için şifreli konuşuyorlardı. Tabloda da benzer şifreler vardı. İsa'nın hemen sağ yanında bir kadın oturuyordu. Omuzlarına dökülen kızıl saçları, narince kıvrılmış elleri, belirginleşmiş göğüsleri vardı. Kadın, Magdalalı Meryem, yani Kilise tarafından "Fahişe" olarak nitelenen Maria Magdelana idi. Eski Kilise'nin tüm dünyayı ölümlü İsa'nın Tanrısal olduğuna inandırması için karaladığı Magdalalı Meryem. Kilise'nin, Hz. İsa'nın Meryem ile evliliğini saklamak için karaladığı Meryem.
Da Vinci bu gerçeği biliyordu. Mesih'le Magdalalı'nın giysilerinin, birbirinin aynadaki yansıması gibi resmedilmesi, bunun şifresiydi. Sadece giysilerdeki renkler yer değiştirmişti. Mesih kırmızı bir elbise ve mavi harmani giyerken, Magdalalı Meryem'in elbisesi mavi, harmanisi kırmızıydı. Mesih ile eşi kalça kısmından birleşmiş, ikisi zıt yönde yana yaslanarak; aralarında V şeklinde bir boşluk oluşturmuşlardı.
Tarihte erkek sembolleri kalkan ve mızraktan esinlenerek ters V harfi ile gösterilir. Bugün askeri üniformalarda hala bu sembol kullanılır. Dişi sembolleri de güzelliği yansıtan aynadan gelir. Erkeklik sembolünün tersi olarak kadeh veya kase ile gösterilir, V gibi bir şekil ile temsil edilir. Kadının hayat verebilme gücü, erkek egemen kiliseyi tehdit ediyordu. Bu yüzden kutsal dişi, şeytanlaştırıldı, kadın, "Günahkâr" gösterildi. Havva’nın ilk elmayı yiyerek insan ırkını çöküşe uğrattığı ilk günah kavramını tanrı değil insan yaratmıştı. Hristiyanlık, biyolojik gerçeği göz ardı ederek çocuk sahibi olmayı, kadının yaratıcı gücünü, kadının elinde alarak zimmetine geçirmiş, yaratıcıyı erkek ilan etmiş, Havva'nın, Adem'in kaburgasından olduğunu ilan etmişti.
Vatikan’ın sırlarından birinin; IV. yüzyılda, Haçlı seferleri sırasında, İsa’nın ailesine ait bazı sırları örtbas etmesi olduğu söylenir. Mesih’in, kilise kurma görevini verdiği kişi Magdalı Meryem idi. Meryem, ilah olarak ilan ettikleri İsa’nın, ölümlü nesiller dünyaya getirdiğinin de fiziksel ispatını taşıyordu. Bunu örtbas etmeliydiler. Bu nedenle onun bir fahişe olduğunu ilan ettiler. İsa'nın onunla evlendiğine dair tüm deliller saklandı. Böylece İsa'nın varislerinin yaşadığı ve ölümlü bir peygamber olduğunu iddia edecek kimse kalmayacaktı. Mesih'in bir çocuğunun olması; cennet yoluna gitmek, Tanrı katına çıkmak için tek yolun İsa'nın tanrısallığına inanmak olduğunu söyleyen kilisenin çıkarlarına büyük tehditti.
Mason Kardeşliği'nin tarihi bin yıldan eskiydi. Sion Tarikatı, Haçlılar'ın Kudüs'ü fethetmesinin hemen ardından, 1099 yılında, Fransız Kralı Godefroı de Bouıllon tarafından kuruldu. Kral Godefroi, ailesinin sakladığı, güçlü bir sırra sahipti. Öldükten sonra sırrının kaybolacağı endişesiyle, gizli bir kardeşlik tarikatı; Sion Tarikatı'nı kurdu. Onlardan, sırrını korumalarını ve nesilden nesile, gizlice aktarmalarını istedi. Tarikat mensupları, Kudüs'te bulundukları zaman içinde, Süleyman Mabedi'nin üzerine inşa edilmiş Herod Tapınağı'nın yıkıntıları altına gömülü gizli belgeleri öğrendiler. Bu belgelerin, Godefroi'nin güçlü sırrını teyit ettiğine ve Kilise'nin bu tehlikeli sırrı ele geçirmek için her şeyi yapacağına inandılar. Tarikat, ne kadar vakit alırsa alsın, bu belgeleri tapınağın altından kurtarmaya ve sonsuza kadar korumaya yemin etti. Godefroı, belgeleri kurtarmak için askerî bir kuvvet oluşturdu. "İsa'nın Fakir Şövalyeleri" veya "Tapınak Şövalyeleri ismiyle bilinen bu şövalyeler, başlangıçta 9 kişiydi. Görevlerini, "Hacıları koruma" kisvesi altında yürütüyorlardı. Asıl amaçları, tapınağın altındaki belgeleri ele geçirmekti. 9 yıl süren kazıların ardından aradıklarını bularak hazineyi Avrupa'ya götürdüler, Bu başarıyla Tapınak Şövalyelerinin nüfuzları çok artmıştı. Papa 2. Innocent, hemen Tapınak Şövalyeleri'ne sınırsız güç veren bir papalık bildirgesi yayınlamış ve onların özel ayrıcalıklara, yasalara tabi olduklarını ilân etmişti.
1300'lere gelindiğinde, Şövalyelerin sayısı çok artmış, Vatikan'ın sağladığı ayrıcalıklarla çok fazla güç kazanmışlardı. Papa 5. Clement, sahip oldukları sırrı ele geçirmek, kiliseyi rahatlatmak için, Fransa Kralı 4. Philip ile işbirliği yaparak, Tapınakçılar'ı ortadan kaldırmayı planladı. Avrupa'daki bütün askerlere, 13 Ekim 1307 Cuma günü, aynı anda açacakları mühürlü emir mektupları yolladı. Ayın 13'ünde şafak sökerken mühürler açıldı. Papa Clement mektubunda "Tanrı'nın kendisine şahsen göründüğünü ve Tapınak Şövalyeleri'nin günahkâr olduğunu; şeytana tapmak, şehvet düşkünlüğü, homoseksüellik, çarmıhı karalamak, hemcinslerine düşkünlükleri konusunda kendisini uyardığını" iddia etti. Tanrı, Papadan, "Şövalyeler'i yakalamasını, dünyayı onlardan temizlemesini ve Tanrı'ya karşı işledikleri suçu itiraf edinceye kadar işkence etmesini" istemişti. O günden sonra sayısız Şövalye yakalanmış, merhametsizce işkence görmüş, günahkâr oldukları gerekçesiyle yakılmıştı. Bu nedenle Hıristiyan dünyasında, ayın 13'üne denk gelen Cuma günü uğursuz sayılır.
Şövalyelerin bazıları Vatikan'ın temizlik operasyonundan kurtulmayı başardı. Güçlerinin temelini oluşturan belgeler hazinesini kaçırdılar. Belgeler baskından önce Sion Tarikatı'na teslim edilmişti. Belgelerin nerede olduğunu sadece Sion Tarikatı biliyor. Spekülâsyonlara göre, İngiltere'de bir yerde gizliydiler. Belgeler, onun gücü ve açıkladığı sırrın tümü, tek bir isimle biliniyor: "Sangreal"; yani "Kutsal Kase belgeleri".
Hz.İsa çarmıha gerilirken, karısı Magdalalı Meryem hamileydi ve İsa’nın soyunu devam ettirmek için Fransa’ya kaçmıştı. Sauniere Sion Tarikatı bu tarikatın son büyük ustasıydı. Sırrı saklaması için torunu Sophie’yi seçmişti. Kutsal Kase’nin peşinde olanlar sadece Langdon, Sophie ve Teabing değildi. Karanlık bir tarikat olan Opus Der tarikatının başındaki Piskopos Manuel Aringorasa da gizli belgeleri ele geçirmek niyetindeydi. Belgeleri Vatikan’a vererek kiliseden bazı imtiyazlar ve yüklü miktarda para kazanmayı düşünüyordu. Kutsal Kâse’yi bulmak için Silas adındaki tarikat üyesi görevlendirilmişti. Silas ise talimatları "Öğretmen" lakaplı bir adamdan alıyordu. Silas, Sauniere’yi öldürmüş, Langdon, Sophie ve Teabing’in peşine düşmüştü.
Langdon, Sophie ve Teabing çözdükleri şifrelerden yola çıkarak Kutsal Kâse'nin İngiltere’deki bir mezarda olduğunu tahmin ederler ve birlikte İngiltere’ye giderler. Fakat Sauniere’nin katili Silas, onları bulur ve Sir Teabing ile birlikte belgeleri kaçırır. Langdon şifrelerden yola çıkarak mezarın Isaac Newton’a ait mezar olduğunu tespit eder ve belgeleri çalan kişinin de mezara geleceğini düşünür. Mezara geldiklerinde onları büyük bir sürpriz beklemektedir. Karşılarında Sir Teabing durmaktadır. Öğretmen lakaplı kişinin aslında Teabing olduğunu öğrenirler. Langdon, Teabing’i yakalar ve kendilerini Londra’ya kadar takip eden Yüzbaşı Fache’ye teslim eder. Böylece Langdon ve Sophie de aklanmış olur.
Langdon ve Sophie, son şifreyi de çözerler ve Edinburgh'daki Rosslyn Şapeli’ne giderler. Rosslyn’de Kutsal Kadehi ararlarken yanlarına genç bir adam gelir ve onları Rosslyn Vakfının başkanı ve büyükannesi olan Maria’nın yanına götürür. Maria, Sophie’nin büyükanesidir ve Sophie’yi hemen tanır. Sophie, büyükbabasının küçükken kendisini buraya birkaç kez getirdiğini hatırlar. Maria tüm gerçekleri Langdon ve Sophie’ye anlatır. Ailenin Hz. İsa’nin soyundan geldiğini, güvenlik amacıyla soyadlarını değiştirdiklerini söyler. Sophie’nin anne ve babası esrarengiz bir trafik kazasında ölmüşler ya da öldürülmüşlerdir. Sauniere de eşini, Sophie’yi ve kardeşini Edinburgh'a yerleştirir.
Sophie, büyükannesi ve kardeşini bulmuştur. Ama Profesör Langdon ise hala Kutsal Kadehin yerini aramaktadır. Langdon şifreleri takip eder ve Kutsal Kasenin Louvre Müzesinde olduğunu anlar. Ama bu gerçek onunla saklı kalacaktır.
Sion Tarikatı'nın görevi, günümüzde devam ediyor. Şimdiki sorumlulukları; Sangreal Belgeleri'ni korumak. Magdalalı Meryem'in mezarını korumak, İsa soyunu yetiştirip korumak. Kâse hikâyesi ise günümüz sanat ve edebiyat alanında, sapasağlam ayakta. Tabii ki çeşitli alegorilerle, şifreli olarak. Da Vinci, Botticelli, Poussin, Bernini, Mozart ve Victor Hugo'nun yasaklanan kutsal dişinin arandığını fısıldayan çalışmaları... Sir Gawain ve Yeşil Şövalye... Kral Arthur ve Uyuyan Güzel gibi efsâneler Kâse alegorileriydi. Victor Hugo'nun "Notre Dome"ın Kamburu' ve Mozart'ın 'Sihirli Flüt'ü, mason sembolleri ve Kâse sırlarıyla doludur. Bunların arasında Walt Disney'e ayrı bir yer açmak lazım. Çizgi film ustası Walt Disney, hayatı boyunca Kâse hikâyesini gelecek nesillere aktarmaya çalıştığını söyler. Disney, modern zamanın "Leonardo Da Vinci'si" diye övülmüştü. Leonardo gibi Disney de sanatına gizli mesajlar ve semboller yerleştirmeye bayılırdı. Disney'in çoğu gizli mesajı din, pagan mitleri ve eziyet gören tanrıça hikâyeleri ile ilgili olurdu. Sinderella, Uyuyan Güzel ve Pamuk Prenses gibi masalları yeniden ele alması bir tesadüf değildi. Hepsi, Kutsal Dişi'nin hapsedilmesini anlatır. Pamuk Prenses'in, zehirli elmayı ısırarak kendinden geçmesi, çeşitli sanat çevrelerinde, Havva'nın Cennet Bahçesi'nden kavulmasına açık bir gönderme olduğu söylenir. Uyuyan Güzel'deki Prenses Aurora'nın şifreli ismi "Gül" idi ve onu kötü cadıdan korumak için ormanın derinliklerinde saklıyorlardı. Bu, çocuklar için yazılmış bir Kâse hikâyesi idi.
Tarihin çok şeyler sakladığına inanıyorsanız, Dan Brown'ın "Da Vinci Şifresi"ni mutlaka okumalısınız.
Dan Brown, Çev. Petek Demir İncek, Altın Yayınları, 2003