Dublin

Dublin



İrlanda‘nın başkenti Dublin, yakın tarih dâhil, tarih boyunca çektikleri acılara rağmen, neşeli, eğlenmeyi seven, kolayca diyalog kurabileceğiniz insanlarıyla sizde sıcak duygular uyandıran bir kent.

Bir şey, bir yer sorduğunuzda, istisnasız herkes durup en ince detayına kadar tarifini yapıyor, sonra bir kez daha anlatıyor ve pekiştiriyor. Dublin, 2003 yılında, BBC tarafından "Avrupa’nın yaşanacak en iyi başkenti, İrlanda ise Avrupa’nın en mutlu ülkesi seçilmişti. Vikingler’den izler taşıyan kültürü,  tarihi dokusu, kendine özgü sokakları ve evleriyle herkesin ilgisini çekiyor. Tarih, sanat, müzik ve eğlence kültürüyle anılan bu kent, Paris ve Londra'dan sonra Avrupa’da en çok ziyaret edilen başkenttir.

İrlanda'nın bilinen tarihi, MÖ VI. Yüzyılda, kuzeyden Vikinglerin gelmesiyle başlar. Dublin, MÖ I. Yüzyılda, Kelt yerleşimlerinin merkezi olarak, Liffey nehrinin ağzında kurulmuş. Plakalarında çoğunlukla  “Baile Átha Cliath“, Áth Cliath ya da Dubh Linn“ yazar. Dublin, İrlandaca'da "Siyah havuz" anlamına geliyor.

                  

"Keltler"in kökenleri Kafkasya'ya dayanır. Daha sonra doğu, güneydoğu Anadolu ve Ege bölgesinde yaşamışlar. Sonra Avrupa'ya yayılmış, oradan da  Britnya ve İrlanda’ya geçmişler. En büyük özelliği savaşçı bir ruha sahip olmaları. Bu niteliklerinden dolayı Yunanlılar, Helenistik zamanda onları paralı asker olarak kullanmış. Ayrıca çok iyi avcı ve çiftçilik yaptıkları da bilinir.

Ortaçağ'dan itibaren İrlandalılar, ingilizler tarafından horlanan, köylü muamelesi gören bir toplum oldu. Bunun kökeninde de Protestan-Katolik çekişmesi yatar. VIII. Henry, sevgilisi ile evlenebilmek için karısından boşanmak ister, ama Papa buna karşı çıkar. Henry bunun üzerine Protestanlığı kabul ederek, Katoliklikten ayrılır. Bundan sonra Katoliklere düşman olur ve tebasındaki herkesin Protestan olmasını ister. Diğerleri buna uyarken, koyu Katolik olan İrlandalılar buna karşı çıkar. Bunun üzerine çok şiddetli çarpışmalar olur, katolikler kılıçtan geçirilir, mallarına el konur. Henry'den sonra gelen İngiliz hükümdarları da bu husumeti devam ettirince bu çekişme, fasılalarla XX. yüzyıla kadar devam eder. İngilizler bu dönemde İrlanda'ya yatırım yapmadılar.1845 yılındaki büyük kıtlıkta dahi halka yardım etmediler. Neticede İrlanda yaptığı mücadelenin sonucunu 1921 yılnda aldı ve bağımsızlığını ilan etti.

İngilizlerle arasındaki bu kadar husumete rağmen, İrlandalılar, İngilizce dilini kullanmaktan vazgeçmediler. bugün resmi dilleri İngilizce. Bunun ödülünü de aldılar. İrlanda halkının dünyaya yayılmasında en önemli faktörlerden biri, ingilizce bilmelerinden dolayı, farklı kültürlerle kolayca iletişim kurabilmeleri oldu.  İş büroları sadece ülkedeki açık pozisyonları değil, Avustralya'dan Güney Afrika'ya; Yeni Zelanda'dan Kanada'ya kadar değişik ülkelerden gelen eleman isteklerini de yayınlıyor. XX. yüzyılın sonlarında, "Küreselleşme" hareketinden en çok faydalanan ülkelerden biri İrlanda, özellikle Dublin oldu. Hewlett Packard, İntel,Google, Apple, Yandex gibi dev kuruluşların gelmesyle Dublin'e "İkinci Silikon Vadisi" diyenler bile oldu.  

Jonathan Swift, Oscar Wilde, William Butler Yeats, James Joyce, George BernardShaw gibi  ilk akla gelen ünlü yazarlarıyla Dublin, her şeyden önce bir edebiyat ve kültür şehridir. Amerika'da kaldırımlara Hollywood ünlülerinin görüntüleri işlenirken; burada İrlandalı şair, yazar ve sanatçılarının resimleri işleniyor. Sadece  kaldırımlar mı? Onların posterlerine girdiğiniz barlarda da rastlarsınız.
 

Dublin'de geceler ise, barlar ve hareketli müziklerle canlı geçer. Diğer yandan  gündüzleri de büyüleyici mimarisi, müzeleri, kütüphane ve kitapçıları, nefis parkları ve yeşil alanları ilgi odağıdır. Gündüz vakti de barlardan sokağa taşan, geleneksel İrlanda müziğinin sesini duyacaksınız.  O müzik sizi adeta içeriye çağırır. İçeriye girip dost canlısı Dublin halkıyla sohbet etmek, bu arada geleneksel; üzeri kaymağı andıran, ince bir köpük maya ile kaplı, siyah, isli "Ale birası" eliğinde bu sıcak insanların rahat ve eğlenceli halini görmek, size asla unutamayacağınız anlar yaşatacaktır.  

Kentin özgün bir mimarisi vardır. Kral I. George’un tahta çıkışından başlayıp Kral IV. George’un ölümüne kadar geçen senelerde şehir yeniden planlanmış ve baştan aşağı yenilenmiş. Bu dönemin mimari anlayışına "Georgian Mimarisi" deniliyor. Dublin, kapıların hemen üstüne oturtulmuş yarım daire biçimli bir pencere ve dikdörtgen duvar pencereleriyle, Georgian dönemi havasını yansıtan mahallelerin ayakta kalabildiği sayılı şehirlerden birisi. Bu sabit yapı içine genellikle tek kanatlı biçimde yerleştirilen kapı ise kare ve dikdörtgen motiflerle bezenmiştir. Kapıların orta kısmında ise mektupların içeri atılması için boşluk bulunmaktadır. Kapıların bir başka özelliği ise;  sarı, mor, yeşil, kırmızı, mavi , kısacası rengârenk olmalarıdır. Evlerin çoğu birbirine çok benzeyen biçimlerde inşa edildiğinden, evini rahatça tarif edebilmek, yan yana sıralanmış onlarca aynı kapıdan ayırt edebilmek için kapılarını farklı renklere boyayarak ya da farklı şekillerde renklendirerek kişiselleştirilmiş. Nedenleri konusunda anlatılanlar da var. Malum, İrlandalıların içkiye düşkünlükleriyle bilinir. Ne derece doğru bilmiyorum; adamın biri çok sarhoş bir şekilde evine gidiyor, kapıyı kurcalıyor, açıp içeri giriyor ama kendi evi değildir. İşte o nedenle yanlışlıkla eve giren olmasın diye herkes evinin kapısını farklı renk boyuyor. Bu uygulamanın, 1901 yılında Kraliçe Victoria’nın ölümü ile Büyük Britanya imparatorluğundaki bütün kapıların siyaha boyanması emri çıkarılmasına, Dublin'lilerin bir tepkisi olarak başladığı da anlatılıyor. Kapı tokmaklarının şıklığı da ayrı bir güzellik.

Şehir sokaklarını dolaşırken, duvarlardaki grafitiler hemen dikkatinizi çekecektir. Bunlar, sadece İrlanda’nın değil, Lizbon'daki, Bounes Aires'teki, Havana'dakiler gibi, dünyanın en yaratıcı duvar resimleri.  Duvarlarda bol bol, Nijerya, uzak doğu, kanada, ABD gibi değişik ülkelere ait iş ilanlarını görebiliyorsunuz.

Dublin'in bir başka özelliği de diğer Avrupa şehirlerine nazaran ucuz olması.  Bir kıyı kenti olmasına, ılıman bir iklimleri olmasına rağmen su yeterince ısınmadığı için denize girmiyorlar.

Gezilecek yerler

Dublin kalesi

Vikinglerin daha önceleri yaşadığı bir alan üzerine, XIII. Yüzyılda, Kral John'un emriyle inşa edilmiş olan Dublin Kalesi; tarih boyunca askeri savunma, hapishane, hazinelik, yönetim binası, mahkeme, konut gibi çeşitli nedenlerle kullanılmış. En son İrlanda’daki İngiliz Yönetimi’nin merkezi konumunda bulunmuş, 1922 yılında İngilizlerin çekilmesinin ardından kale, Devlet ziyafetlerinde ve Hükümet politikası lansmanlarında kullanılmaktadır. Kalenin içinde devlet ofisleri, yer altı kemerleri, Kraliyet Şapeli, el işleri mağazası, tarih merkezi ve restoran bölümü turistik ziyaretlere açık. Özellikle Şapel'i ziyaret etmenizi öneririm.

Hıristiyan Kilisesi Katedrali (Christ Church Cathedral)

Dublin’in en eski binası Christ Church Cathedral, 1030 yılında Dublin Kralı Britanya adalarının belki de en iyi korunmuş bu ortaçağ yapısı, Gotik ve Romanesk tarzlarının başarıyla harmanlandığı bir dini yapı. Taç giyme törenleri dâhil, ülke tarihinde birçok önemli olaya tanıklık etmiş. Katedralin içinde, İrlanda tarihine damga vurmuş soyluları tasvir eden kabartma ve heykeller, onların kullandığı eşyalar, kazılardan çıkartılan ilginiç bulgular da var.

XIX. Yüzyılda büyük bir mimari yenileme sürecinden geçen katedralin en ilginç bölümü; yapıldığından bu yana hiç el değmemiş olan kilise bodrumudur. Yüzyıllardır kiliseyle alâkası olan kutsal kişilerin gömülmesi için ayrılmış olan ve hiç bozulmadan günümüze değin ulaşmayı başaran bu bölüm; el yazmaları ve antik eserlerden oluşan bir koleksiyonu, büyük ve dikkat çekici tarihi heykelleri de barındırmaktadır. Kiliseyi gezerken kendinizi Ortaçağ'da hissediyorsunuz. Ayrıca bakımlı ve huzurlu bahçeleri sizi dinlendiriyor.

Aynı alanda gezerken ayrıca “The Tudors” adlı dizide kullanılan XVI. Yüzyıldan kalma kıyafetleri yakından inceleyebilirsiniz.

St Patrick’s Cathedral

St. Patrick’s Cathedral, 1191 yılında kurulmuş. Gotik mimariye sahip binanın inşası ise 1220-1260 yılları arasında gerçekleştirilmiş. Saint Patrick,  İrlanda’nın koruyucu azizidir. Katedral, kentin koruyucu azizine adanmıştır. Romalılar döneminde İngiltere’de bir haydut yakalanıyor ve İrlanda’ya sürülüyor. Sürgün geldiği İrlanda'da tövbekar olan bu kişi Aziz Patrik'tir. O dönemde İrlandalıların belirli bir dileri yok. Aziz Patrik’de uzun uğraşlar sonunda İrlandalıları Hristiyan yapıyor. Sembol olarak da; yöre halkının rengi yeşil olduğu için ve baba, oğul ve kutsal ruh üçlemesine atfen üç yapraklı yoncayı kullanıyor. Bugün  üç yapraklı, yeşil renkli yonca, İrlanda'nın milli sembolüdür. Katedral, Orta Çağ’dan bu yana hem ibadet yeri hem de eğitim kurumu olarak faaliyetlerini sürdürüyor. 

Aziz Patrick Katedrali‘ne güneybatı kapısından giren gezginleri, Swift ve hayat arkadaşı Esther Johnson’a ait mezarlar karşılıyor. Gulliver’in Maceraları‘nın yazarı Jonathan Swift bir zamanlar manastırın da yöneticiliğini yaptığı için buraya gömülmüş. Ester'e hayat arkadaşı deniliyor, çünkü aşık mıydılar, yoksa sadece dost muydular, kimse öğrenemedi. Mezarlara yakın duvara odaklanacak olursanız yazarı tasvir eden büstü ve ikiliyi öven Latince yazıyı görebilirsiniz. Sola doğru ilerlediğinizde ise 1632’de dikilen, Boyle yasasını keşfeden ünlü fizikçi Robert Boyle'un Anıtı karşınıza çıkacaktır.

 

 

 

 

Trinity Kütüphanesi (Trinity College Library)

İrlanda’nın en prestijli üniversitesi olarak tanımlanan Trinity College Dublin, Oxford ve Cambridge örnek alınarak 1592 yılında kurulmuş.

Köklü eğitim kurumu, Birleşik Krallık’taki en eski 7 üniversite arasında sayılıyor. Trinity College Kütüphanesi ise İrlanda’daki en büyük araştırma kütüphanesi. 1801 yılından beri İngiltere ve İrlanda’da basılan her kitabın bir kopyasına sahip olma hakkına sahip. 8 binada 3 milyon kitaba ev sahipliği yapıyor. Eski Kütüphane, Thomas Burgh tarafından tasarlanmış ve 1712 -1732 yılları arasında inşa edilmiş.

Eski Kütüphane’nin ana odası "Uzun Oda-Long Room", 65 metre uzunluğunda ve kütüphanenin en eski iki yüz bin kitabına sahip. Burada bulunan, IX. Yüzyılda, Kelt rahipleri tarafından   oluşturulmuş el yazması "Keltler" kitabı (The Book of Kells) nedeniyle en çok merak uyandıran bölüm. İrlanda’nın en büyük kültürel hazinesi ve dünyanın en ünlü Orta Çağ yazması olduğu hakkında uzmanlar fikir birliği içinde. Yeni Ahit'in içerdiği ile önsöz niteliğindeki bazı metinleri içeren işlemeli el yazması kitap, Latince yazılmış. Vikingler dizisinde bu yazımların hikayesinden de bahsediliyor.

Yazımda demir mazı mürekkebi kullanılmış. Süslemeler ve renkler için ise uzak ülkelerden getirilmiş farklı maddeler kullanılmış. İki yüz bin kita

bın yetmiş bin kadarı, 2005 yılında başlayan bir "Koruma" projesi ile titiz bir şekilde temizlenmiş ve koruma altına alınmış

Kütüphanede ayrıca İrlanda’nın ulusal simgesi olan en eski arplardan biri sergileniyor. XV. Yüzyıldan kalma bu arp, aynı zamanda İrlanda parası üzerinde resmediliyor. Aynı zamanda Brian Boru’nun arpı olarak da biliniyor. Dublin'den Trinity Kütüphanesini ziyaret etmeden ayrılmamalısınız.

St Stephan’s park  (St. Stephen's Green)

 

St Stephan’s parkı kentin içinde insanların nefes alması için yapılmış, son derece huzur verici bir yer.

Eskiden idamlar için kullanılan alanın, 1664 yılında duvarlarla çevrelenerek ortaya  çıkmış. 1880’de ise yaklaşık 22 dönümlük yeşil alan halka açılmış. Victoria tarzı görünümünü halen koruyan St. Stephen’s park, Güzel tanzim edilmiş, çiçekler, ağaçlar, küçük göletler, içinde martı, kaz, ördek, güvercin, olan çok güzel, huzur verici bir bahçe. Parkta yürüme yolları, ortama huzur katan şelaleler, heykeller, James Pulham ve oğlunun yaptığı kaya çalışması, çocuk bahçesi bile var. Fotoğrafçılığa meraklıysanız, göletlerde yüzen kuşların, çiçeklerin, havuzların, ağaçların bol, bol resmini çekme fırsatı bulacaksınız.

Işık Anıtı (Monument of Light ya da Spire)

 

Spire; O'connell caddesinde, tabanı 3 metre, tepede ucu 15 cm çapında, paslanmaz çelikten yapılmış  konik anıt, Dublin'de görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Işık Anıtı da denilen anıtın yerinde, önceleri Amiral Nelson’un, Trafalgar zaferini simgeleyen sütunu vardı. 1966 yılında bu sütun IRA militanları tarafından bombalanınca,  yerine İrlanda Ulusunun ve İrlanda kültürünün dinamizmini, yükselişini ifade eden bu direk dikilmiş.  121,2 metre yüksekliği ile dünyanın en uzun anıtı.

 

 

Yapımının ve her yıl bakımının milyonlarca euroya mal olması nedeniyle anıtı eleştirenler de var. İrlandanın marka değeri olarak çok daha önemli değerleri varken bu anıtın yapılmasını istemeyenlerin, gözü yorduğunu iddia edenlerin sayısı hiç de az değil. Şurası gerçek ki anıt, açılışının ardından kısa sürede büyük bir üne kavuştu. Anıt, ışığın durumuna göre farklı görüntüler yansıtıyor. Yapının paslanmaz çelik yüzeyi, gece vakti sateni andırırken, sabahın erken saatlerinde maviye çalıyor. Anıt, parlak güneş altında ise uzaktan neredeyse görünmez hale geliyor.

 

 

Ha’penny Köprüsü (Ha’penny Bridge)

Nehrin iki yakası arasında sefer yapan 7 feribotun yarattığı trafik yoğunluğunu azaltmak amacıyla 1816 yılında inşa edilen Ha’penny Köprüsü (Ha’penny Bridge), dünyanın en eski dökme demir köprüleri arasında sayılıyor. John Windsor tarafından tasarımlanan köprünün resmi adı, aslında nehrin adıyla; "Liffey Köprüsü". Ancak yerel halk, açıldığı dönemde talep edilen bir buçuk penilik geçiş ücretinden dolayı yapıya, esprili bir şekilde "Ha’penny” lakabını layık görmüş.

Ha’penny Köprüsü, zarif mimarisi aracılığıyla dikkat çekmeyi başarıyor. Konumu sayesinde gezginlere gün batımı sırasında enfes manzaralar sunan köprüye, yakın zamana kadar aşklarının sonsuza kadar sürmesini isteyen çiftler kilit asıyormuş. Ancak asılan kilitlerin yapıya zarar verdiği anlaşılınca bu geleneğe son verilmiş.

Açlık Anıtı (Famine)

’Connell caddesinde bulunan Patates kıtlığını anlatan Açlık Anıtı, İrlanda'da 1845-1847 yılları arasında yaşanan patates kıtlığı anısına yapılmıştır. İrlanda tarihinde büyük etkileri olan kıtlık, halkın temel gıda maddesi olan patateslere bulaşan "Phytophthora infestans"   mantarı sebep olmuştur. Gorta Mor da denile felaket, 1845 yılında patateslerin %40'ını, sonraki yıl, ambardakiler dâhil, tamamını yok etti. Yedi yıllık kıtlık sona erdiğinde adanın nüfusu %20-25 oranında azalmıştı. Mantarın yayılmasını önlemek için sonraki beş yıl boyunca patates ekilmesine izin verilmemiş. Kıtlık sonunda o kadar dramatiktir ki dünyada bir İrlandalılık olgusu yaratmış. Dünya üzerinde İrlandalıların olduğu hemen her yerde yüzden fazla kıtlık anıtı mutlaka vardır.

Kıtlık bir milyon insanın ölümü, hastalanması ya da göç etmesiyle sonuçlandı. İngiltere'nin başında bulunan Kraliçe Victoria'nın; "Ya Protestan olursunuz ya da çekip gidersiniz" diye halkı göçe zorlaması, halkta milliyetçilik ve dayanışma ruhu yaratması nedeniyle İrlanda tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Kıtlıktan sonra adanın demografik, siyasi ve kültürel manzarası tamamen değişti. İrlandaca konuşan sayısı azalmasına, halkın çoğunun İngilizce konuşmasına rağmen ülkede bağımsızlık yanlıları arttı. Halk, Britanya'ya bağlı kalmayı savunan Birlikçiler ile bağımsızlığı savunan Ulusalcılar olarak iki gruba ayrıldı.

Famine, İrlanda’dan göç eden insanların anısına, 1997 yılında yapılmış. Anıt, İrlanda’dan yola çıkan ilk geminin hareket noktasına gitmek için yürümeye başlanılan yere yapılmış. Katolik olan İrlanda halkı, Protestan olan kraliyet ailesine karşı nefret gütmeye başladı. Tüm bunlar XX. Yüzyılda İrlanda'nın bağımsızlığına gidecek yolun önünü açtı. Nitekim tarihçiler, İrlanda tarihini; "Kıtlık öncesi" ve "Kıtlık sonrası" diye ikiye ayırmaktadırlar.

İrlanda halkının kıtlık yaşarken yardım çığlıklarını tüm dünya duyar. İrlanda’ya ders vermeye kendince devam eden İngiltere, önce duyarsız kalır. Osmanlı Sultanı Abdülmecit, yardım talep edilmemesine rağmen duruma duyarsız kalamaz ve 5 bin Sterlin yardım yollanmasını emreder. Bunu duyan Kraliçe de 2 bin Sterlin yardım yollar. Ancak İngiliz elçisi Abdülmecit’e baş vurarak; " Kraliçemiz den fazla yardım yanlış olur bari yarısı kadarını yollayın" diye baskı yapar ve bin Sterline razı eder. Ama Abdülmecit ayırdığı para kadar erzak yardımını gemi ile yollar. Bu kez de Kraliçe engel koyunca İrlandalılar gemileri Drogheda Limanına çekerek yardımı alırlar. Bu yardıma karşılık da Sultan Abdülmecit’e, bugün aslı Topkapı Sarayında bulunan teşekkür nameyi yollarlar. Bu nedenledir ki İrlandalılar bize yakınlık duyar. Nitekim Drogheda United formasında olduğu gibi bazı yerlerde ay- yıldız sembolüne rastlanır. Drogheda Kulübü aynı zamanda Trabzonsporla da kardeş kulüptür.

 Guinness

Guinness Antreposu; İrlanda’nın dünyaca ünlü birası Guinness’in, 1759 yılında Arthur Guinness tarafından ilk üretildiği yerdir. Arthur Guinnes, 1756 yılında isabetli bir öngörü ile bu araziyi bin yıllığına kiralıyor. 250 yılda Guiness'ı, dünyanın en büyük bira firması haline getiriyor. Siyah birayı üretir, fakat biliyoruz ki bira siyah değil, özel bir biradır. Amblemi arp müzik aletidir. Buralarda yapılan kazılarda, mezardan çıkan metal bir objenin üstünde, İrlanda kültürüne ait bu eski sembole rastlanmış. Arthur Guinnes da bu arpı birasının amblemi yapmış.  İrlanda devletinin de sembolü arptır. Aralarındaki fark; Guinnes arpı sağa, devletin arpı sola dönüktür. Guinness sembolü 1756’da kullanıyor, devlet ise 1922’de kuruluyor; dolayısıyla Guinness daha önce arpı sembol olarak seçmiştir.

Antrepo, bugün Guinness Müzesi olarak kullanılıyor. Müzede, ünlü bira markasının tüm tarihini, üretim şekillerini, lezzet sırlarını öğrenme şansını bulabilirsiniz. Müzeye giriş 20 Euro. İrlanda’ya gidip Guinness bira içmeden dönülmez. Bunu bilen turistlerin çoğu bu müzeyi ziyaret edip antreponun en üst katında yer alan Gravity Bar’da, 360 derecelik panaromik Dublin manzarasını seyrederek lezzetli yerel bira ve yiyeceklerin tadına bakmayı tercih ediyor.

Guinness ailesinin bir başka ilginç yönü daha var. Guinness rekorlar kitabı da Guinness ailesinin bulduğu bir şeydir. İrlandalılar iddialaşmayı huy edinmiş bir m,llet. Bu nedenle barlarda iddialaşama yüzünden sık sık kavga çıkar.  Bunun önüne geçmek için şirket, iddia konularının cevabının bulunduğu, küçük bir kitapçık bastırır. Sonrasında konular arttıkça kitap da bugün ki halini alır.

Dublin'de Yapılabilecek diğer faaliyetler

  • Limana doğru yürürseniz, denizin üstündeki incecik dalgakıranı görürsünüz. Büyük Güney Duvarı (Great South Wall) denilen bu dalgakıranın ucunda, kırmızı rengiyle, Dublin’in simgelerinden birine dönüşen "Poolbeg Feneri- Poolbeg Lighthouse" sizi beklemektedir.  Poolbeg, Dublin Limanı’ndaki üç deniz fenerinden biri olup en ünlüsüdür.  1768 yılında inşa edildiğinde, başlangıçta mum gücü ile çalıştırılan ilk fener olmuş. 1786 yılında mum yerine yağ kullanılmasıyla, 1820 yılında yeniden tasarlanıp, inşa edilmiş. Poolbeg Feneri bugün, karakteristik, kırmızı bir ışık yayıyor.
  • 2000 yılında İrlanda’nın, 2002 yılında ise Avrupa’nın en iyi müzesi seçilen Chester Beatty Kütüphanesi; çok değerli el yazması edebiyat eserlerini ve kıymetli tarihi kitapları içerisinde barındıran büyük bir kütüphane olmasının yanı sıra, aynı zamanda tarihi eserlerle dolu bir sanat galerisidir. Adının "Kütüphane" olması sizi yanıltmasın; burada aynı zamanda Çin, Japonya ve Mısır’dan kıymetli sanat eserlerini, İran ve Avrupa edebiyatının değerli el yazması eserlerini ve başkaca kitapları görebilirsiniz.
  • Dublin'inde Vikingler Müzesi ziyareti, sizi erken orta çağ zamanına götürecek, kendinizi o tarihin içinde bulacaksınız. Dilerseniz Viking kıyafetlerini giyebilir, silahlarını kuşanabilir, bunlarla fotoğraf çektirebilirsiniz. Dublin'den, Viking Müzesi ziyareti yapmadan ayrılmamanızı öneririm.
  • Dublin Arkeoloji Müzesi, İrlanda'dan çıkarılan tarihsel zenginlikleri yanında Batı Avrupa başta olmak üzere eski Mısır, Kıbrıs, Romalılar dönemine ait çeşitli yerlerden toplanan arkeolojik eserlerin sergilendiği bir müzedir. Maden Çağında Keltlerin kullandığı metal eşyalar,  altın işlemeler, Ortaçağ kıyafetleri, ev eşyaları, mücevherleri, seramik ve cam eşyaların yer aldığı müze, iki milyondan fazla sanat eserine ev sahipliği yapmaktadır.
  • Modern mimarinin en güzel örneklerinden "Samuel Beckett Köprüsü", İspanyol mimar Santiago Calatrava tarafından tasarlanan, şehre estetik görünüm katzandırıyor. (Banner'da gözüken fotoğraf)
  • Dublin Belediye sarayı, 1769-1779 yılları arasında yapılmış. Başlangıçta Dublin'li tüccarların finans merkezi olarak kullanılmış. 1851'den sonra Belediyeye tahsis edilmiş. Binanın muhteşem mimarisini, salonda yer alan, İrlanda kahramanlarının heykellerini, zarif iç mimarisi için görmeye değer.
  • Şehir merkezinden, Guiness Bira Fabrikasına doğru, Liffey nehri boyunca ilerlerseniz, James Joyce’un evini göreceksiniz. Ünlü yazar penceresinden Liffey'i izlerken canlandırılmış. Pencereye bakarken ister istemez; "Kimbilir burada hangi karakterini canlandırmaya çalışıyordu" diye düşünüyorsunuz. Şehirde yürürken de karşınıza birden Joyce'un heykeli çıkarsa, şaşırmayın.

Dublin'e seyahat için İrlanda vizesi gerekmektedir. İrlanda, Avrupa Birliği ülkesi olduğu halde Schengen Antlaşması'na taraf değildir, bu nedenle alınmış bir Schengen vizesi ile İrlanda'ya seyahat edilememektedir. Visa Waiver programı dahilinde Birleşik Krallık vizesi ile de girilebilir.

Bir başka yazıda buluşmak üzere hoşçakalın…

Lami Yağcılarlıoğlu

 

Bu İçeriği Paylaş

Benzer Yazılar: