Güney Afrika- 2 Safari

Güney Afrika- 2 Safari



Pilanesberg Milli Parkı'nda Safari                     

Dünyadaki en büyük kara memelisi (fil), en büyük kuş (devekuşu), en uzun hayvan (zürafa), en büyük balık (balina köpekbalığı), en büyük sürüngen (deri sırtlı kaplumbağa), en hızlı kara memelisinin (çita ve antilop) bir arada yaşadığı Güney Afrika'nın, sizi cezbeden özelliklerinin başında şüphesiz, doğal ortamda yapacağınız safari turları geliyor. Öncelikle safari turları hakkında bilgi verelim.

Safari Türleri

Hemen belirtelim ki bir tura katılmadan, hatta  bir rehber almadan da safari yapmanız mümkün. Sadece park giriş ücretini ödeyerek, parka girebilir, yürüyebilir, kendi aracınızı sürebilirsiniz. Her ne kadar insanlar bir hayvan gördüğünde diğerlerine haber veriyorsa da tek başınıza olduğunuzda emniyetli bölgelerde dolaşacağınızdan, özel yırtıcılara rastlama şansınızın haliyle az olacağını bilmelisiniz.

Turla safariye katılacaksanız, öncelikle jeep ile yapılan turların yanında yürüyüş safari turları ve balon safarisi olanaklarının olduğunu da unutmayın. Aracınızla parka gelip bu turlara katılmanız da mümkün.

Turlara gelince; günübirlik yapılan turlar olduğu gibi 5 güne kadar konaklamalı turlar da mevcut. Turları araştırırken dikkat etmeniz gereken bazı konular var. Öncelikle safari sürüşüne "Game Drive", safari düzenleyen yerlere de "Game Reserve" denildiği aklınızda bulunsun. Sizi gezdirecek araçların tiplerine, jeeplerin kapalı mı açık jeepler mi olduğuna, gün içerisinde kaç ayrı safari turu yapılacağına, fiyata yemek ücretinin dâhil olduğuna dikkat etmelisiniz.  Günübirlik tura katılacaksanız, sizi otelden alacaklarından emin olunuz.

Konaklama ücretleri; gideceğiniz tarihe, konaklama yerine, tipine ve kişi sayısına göre farklılık gösteriyor. Biz, Pilanesberg milli parkı içinde Bakabung kampında, lodge tabir edilen bungalov evlerinde kaldık. Milli parkın içinde, doğal ortamda, elektrikli tellerle vahşi hayvanlardan korunan alan, milli parkın bir parçası. Dolayısıyla yaban hayvanları ile doğal ortamlarında, iç içe;, geceleri aslan, fil gibi hayvanların, çeşitli Afrika kuşlarının sesleri arasında geçirerek çok değişik bir deneyim yaşadık. Tek kelimeyle çok heyecan vericiydi.

Safari

Safari yapılan alanların isimleri milli park olarak geçiyor. Ancak siz bu parkları, etrafı çevrili küçük şehir parkları gibi bir yer olarak düşünmeyin. Devasa orman büyüklüğünde yerler, fakat içerisindeki hayvanlar koruma altında olduğu, avlanma yasak olduğu için milli park statüsünde sayılıyorlar.

Tek başınıza safari yapıyorsanız, hayvanları görebilmek için emek harcamanız, gözünüzü dört açmanız ve onları aramanız gerekiyor.  Koca alanda, vahşi doğa içerisinde, sınırlı sayıdaki vahşi hayvanın nerede olduğu, nereden, hangisinin çıkacağı, nasıl bir sahne ile karşılacağınız belli olmuyor. Araçları süren şoförler ve tur rehberleri, kendi aralarında telsiz yardımıyla sürekli haberleşiyor ve kim nerede hangi hayvanı gördüyse diğerlerine haber veriyor. Hayvanlar çok uzağınızda da olabileceği için dürbün taşımanız, zoom yapabilen fotoğraf makinenizin olması faydalı olacaktır.

55 000 hektarlık bir alana yayılan Pilanesberg Milli Parkı'nda, 2010 sayımlarına göre topu topu; 50 aslan, 30 leopar, 220 fil, 220 buffalo, 170 zürafa, 600 kudu, 1,700 zebra, 3000 antilop ve sayısını öğrenemediğim gergedan ve sırtlanlar bulunuyor. Bu bakımdan koca milli parkta, bu hayvanlara tek başınıza rastlamanız çok zor. Bunların yanında parkta; 350 kuş türü, 65 sürüngen türü ve yüzlerce değişik hayvan çeşidini barınıyor.

UKUTULA Aslan Parkı

Uçaktan inip, Pilanesberg Milli Parkı’ndaki kalacağımız yer olan Bakabung Kampına gitmeden, yolda UKUTULA Aslan parkına uğradık. Sadece aslan değil; kaplan, çıta, sırtlan, çamurlara bulanmış sürikatları da gördük. Evet! yanlış duymadınız. Sürikat. Güney Afrika’nın ağaçlık ve kayalık bölgelerinde, 20 üyelik gruplar halinde yaşayan bu memeliler güçlü ağız yapıları sayesinde yeri, hatta kayaları bile oyabiliyorlar. Böcek, akrep, örümcek, küçük sürüngen ve kuşlarla beslenen sürikatlar, zehirli kobralara saldırabilecek kadar da gözü kara yaratıklar.

Kısa bacaklarıyla uyumlu, otuz cm’lik ince uzun vücudu, ayağa kalkıp da etrafı gözetlemeye başladığında, minyatür bir kanguruyu andırıyor. Güney Afrika çöllerinde yaşayan bu sevimli hayvanların en şaşırtıcı özelliği ise sosyal hayatları. Aralarında insanlara örnek olacak bir işbirliği var. Toplu yaşamlarında; güvenlikten öğretmenliğe,  bebek bakıcılığına kadar aklınıza gelebilecek her türlü iş; hormonal değişikliklere ve yuvadaki şartlara göre paylaşılmış. Öyle ki, dişi, bir yavru dünyaya getirdiğinde, en fazla iki hafta bebekle ilgilenir. Sonrasında yavrunun eğitimi, beslenmesi tamamen diğer sürikatlara bırakılmış.

Sürikatlar, çölün sıcaklığına alışık olmalarına rağmen soğuğa dayanıksızlar. Bu yüzden yuvalarını yerin en az iki metre altına yaparak soğuktan korunuyorlar.

Çiftliğin bir diğer sevimli yaratıkları yavru aslanlardı. Yavru aslanlar ile keyifli vakit geçirdik.

Asık suratlı çıtaların, gözlerinin altındaki gözyaşı izlenimi veren siyah çizgileri, parçaladığı avının ardından ağlamaktan olduğunu düşündürmesi ilginçti.

Sürikatlar kadar gördüğümüzde bize ilginç gelen bir başka hayvan da Bengal Kaplanı oldu. Hindistan, Bengladeş, Myanmar, Butan gibi Güney Asya ülkelerinde yaşayan Bengal kaplanlarının sayısı, dünyada hepi, topu 4500. Bunlardan birisi de Güney Afrika'da, Ukutula'da, capcanlı karşımızdaydı. Doğrusu hemcinslerinden uzaktayken, bana pek de mutluymuş gibi gelmedi.

Kedigiller ailesinden uzun bacaklı, Afrika'ya özgü bir kedi olan serval de Ukutula'da gördüğümüz bir başka vahşi hayvandı. Boyu 60-90 cm., ağırlığı ise 13-18 kilo olan servaller, genellikle savanlarda ve orman kenarlarında yaşıyor. Geceleri kuş, tavşan ve sürüngenleri avlayarak beslenen bu vahşi, fazla derin olmayan sularda balık avına da çıkar. İlk görüşte çitayı, vaşağı andırsa da modern moleküler DNA araştırmaları servallerin aslında aslan soyundan geldiğini belirtiyor.

Erkek serval'ler kendi egemenlik alanlarını bir çok hayvanda olduğu gibi idrarlarıyla belirliyor. Belli bir üreme mevsimleri yok. Hamileliği 2,5 ay süren dişi serval her keresinde 1-5 yavru dünyaya getiriyor. Yavrular 21 ay sonra yetişkinliğe ulaşıyor.

Kulübelerin, barınakların, sundurmaların çatılarına değinmeden geçemeyeceğim.  15- 20 cm kalınlığında saz demetleri ile kaplı bu çatılarda sazlar öyle düzenli bir araya getirilmişler ki şiddetli yağmurda bile hiç su geçirmiyorlar.

Hayvanlar kadar gördüğümüz kuşlar da ilginçti. Tepeli kuşlar, renkli güvercinler, keklik ve kuzgunlar… Bunlar arasında en ilginç kuş türü, bu zamana kadar görmediğim "Akbaşlı Islıkçı Ördek"ler oldu. Göletin üzerindeki tüneklerinde bize güzel poz verdiler.

BAKABUNG

Pilanesberg Milli Parkı, toplamda 55 000 hektarlık bir alana yayılıyor. Parkta; Güney Afrika’nın Beş Büyüğü olarak tabir edilen aslan, buffalo, fil, leopar ve gergedanın yanında 350 kuş türü, 65 sürüngen ve yüzlerce değişik hayvan çeşidi barınıyor. Milli parkın içinde konakladığımız Bakabung kampı, dağların arasında, volkanik oluşumlu, harika bitki örtüsüne sahip,  akarsu ve göletlere sahip, doğal bir ortamda bulunuyor. Vahşi hayvanların bu doğal ortamında, Bukabung Bush Lodge’da iki gece kaldık.

Kampın en ilginç yanı; doğal yaşamı oluşturan kuş, hayvan, bitki türleri ile iç içe, aynı ortamı paylaşmanız. Kamp, vahşi hayvanlardan elektrikli tellerle korunuyor. Koyu ve açık renk gagalı; beyaz, siyah ve renkli,  çeşitli irilikteki Afrika kuşları, ortadaki su birikintisi kenarında bulunan kuru bir ağacı tünek olarak kullanıyor, biri kalkarken diğeri konuyor, garip seslerle ötüşüyor, oynaşıyorlardı.   Yaban domuzları, Afrika öküzleri, sırtlan, kara sırtlı çakal, antilop gibi çeşitli hayvanlar hemen odamızın önünde cirit atıyorlardı. Akşam yemeğimizde müzik olarak vahşi hayvanların, kuşların ve doğanın sesini dinliyorduk. Yıldızlar, sanki elinizi uzatsanız tutacak kadar yakındı. Kendimizi tam bir rüya âleminde hissettik.

Antilopların en hızlı koşan türü olan, ahu gözlü, masum bakışlı impalalar; suya yakın yerlerde yaşamayı sevdiği için kampın en sadık müdavimlerimdendi. Akarsuların kenarlarındaki otlar ve yapraklarla beslenen impalalar, yaz aylarında, genç bir erkekle 15-20 dişiden meydana gelen dağınık sürüler halinde dolaşıyorlar. Postu kızılımsı altın renginde olan impalaların  vücudunun alt kısmlarının beyazlığı dikkat çekiyor. Erkek antilopların boynuz uzunlukları da 35-50 cm. kadar.

Safari

İlk gecenin sonunda, fazla geçe kalmadan odalarımıza çekildik. Zira ertesi sabah, safari için erken kalkacaktık. Nitekim ertesi gün, "Sabah Safarisi" için sabah dörtte uyandık. Ancak şansımız yanımızda değildi. Hava kapalıydı ve ağmur yağıyordu. Yola çıkarken en çok 300 mm objektifim için gerekli bol ışığı düşünüyordum. Elbette güneş çıkar, güzel fotoğraflar çekerim diye uymutla bekledim. Ne var ki yağmur şiddetini daha da arttırdı. Öyle ki yanları açık jeepimizin içine yağmur girmeye başladı. Önce yandaki naylon perdeleri indirdik. Sonradan rüzgârın etkisiyle yağmur arabanın ortasına kadar gelince arkadan ön naylonların da indirilmesi istendi. İstemeye istemeye razı oldum. Aslında en çok etkilenen bendim, ama bir şey kaçırmamak için her şeye razıydım.

Kılavuz ve şoförümüz yolda diğerleri ile haberleşerek vahşi hayvanların yerini kestirmeye çalışıyorlardı. Sonunda ilk aslanı yağmurdan korunmak için sığındığı bir ağacın altında bulduk. Yağmur olanca şiddetiyle yağıyordu. Ama perdeleri araladık ve seyre ve fotoğraf çekmeye daldık. Yaşlı ve yalnız bir aslandı. Oysa aslanlar, rehberimizin dediğine göre toplu gezer, toplu avlanırlarmış. Kral aslanlar yaşlanınca, sürüden ayrılıp ölümünü beklerlermiş. Bu da onlardan biri diye düşündük. Aslanın o süzgün, mahzun hali çok dokunaklıydı.Yolumuza devam ettik. Karşımıza çıkan ikinci hayvan sürüsü, Öküz Başlı Antiloplar oldu. Zaten sürü halinde dolaşan bu hayvan grubu, özellikle Afrika'nın bu bölgesinde yaygın görülüyorlar.  Geniş omuzlu, inek boynuzlu ve geniş ağızlı bu hayvanların boynuzları uçsuz ve parantez şeklindedir. Ömürleri 20 yıl olan öküz başlı antilopların ağırlıkları ise 120 kg ile 250 kg arasında değişiyor.

Yağmur altında, açıkta, hiçbir şey yapmadan bekleyen antiloplar, tüyleri sırılsıklam, birbirlerine sokulmuş bir halde yağmurun dinmesini bekliyorlardı. Yağmur ise dinmek bir yana, şiddetini daha da arttırmıştı. Bense hiçbir anı kaçırmamak için heyecanla dışarı sarkıyor, gördüklerimi fotoğraflamaya çalışıyordum. Bir yandan da makinamı ıslanmaktan korumak için yağmurluğumu kamerama sarmış, görüntüleri aradan çekmeye çalışıyordum. Kendim sırılsıklam olmuştum. Kulağımın arkasından yağmur suyunun içime sızmakta olduğunu hissediyordum. Ama yaşadığım heyecan hepsine değerdi.

Bu şiddetli yağmur altında görebildiğimiz bir başka hayvan grubu da zebralar oldu. Zaten zebraların anavatanı da Afrika. Siyah ve beyaz çizgilerle örtülü postları, yeleleri ile dikkat çeker. Sürü halinde yaşayan zebraların antiloplarla beraber yaşadıkları da sıkça görülen bir durum. Otobur olan bu hayvanların ortalama ömürleri 35 yıl olup ağırlıkları 175 ila 385 kg arasında değişiyor. Narin görünüşlü zebralar; uzun bacakları, güçlü kasları ve geniş akciğerleri sayesinde uzun mesafelerde koşarak tehlikelerden kaçmayı başarabiliyorlar. 

Yağmur altında daha fazla hayvan görmemizin imkânı yoktu. dönerken yolda karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir sürüngen gördüm; timsah desen timsah değil, bukalemun desen hiç değil, rehberimizden adının monitör olduğunu öğrendim. Bölgeye özgü, br başka karakteristik canlı daha gördüğüm için mutlu oldum.

Bunların dışında;  ıslanmaktan çekinmeyen birkaç vahşi köpek, kuş ve bir de sırtlan görerek turumuzu bitirmek zorunda kaldık. Moralsiz otele döndük. Akşam safarisi ayrı ücrete tabiydi. "Bu havada katılmam" diye düşündüm. Bir yandan da "Beş Büyük"ü göremediğime hayıflanıyordum. Big Five olarak namlanan beş büyük hayvandan ne kadar çok görürseniz o kadar iyi. Bu hayvanlar aslan, fil, gergedan, buffalo ve leopar olarak biliniyor. Kaç tanesini gördüğünüz, safarinizin verimli geçip geçmediğini belirliyor.

Otelde güzel bir kahvaltı yaptık. Yağmur hala devam ettiği ve serpintileri terası da ıslattığı için içeriye oturmak zorunda kaldık. Kahvaltıdan sonra herkes odalarına dinlenmeye çekildi. Öğleden sonra güneş açtı. Masmavi gökyüzü altında, yağmur sonrası yaban hayatı ayrı bir güzellikti. Bu sefer önümüzdeki elektrikli tellerin arkasındaki yaban hayatından kareler çektim.

Düğmeli domuz diye anılan bir Afrika yaban domuzu ailesi, yavruları ile birlikte yuvalarından çıkmış, yiyecek arıyorlardı. Düğmeli domuz, dünyadaki en çirkin yaratık olarak ün salmış. Başı ufak olmasına karşın;, yuvarlak ve şişman gövdesine ve kısa bacaklarına kıyasla çok büyük gözüküyordu. Yassı bir kepçeye benzeyen suratının yanlarında düğmeye benzer iki siğil yüzünden kendisine düğmeli denilmiş olsa gerek. Siğiller ve deri kıvrımlarının arasına gömülmüş bulunan küçük gözleri, kafasını gerçekten sevimsiz gösteriyor. Sırtını örten kıllar ise bir başka karakteristik özellikleriydi. Günün her saatinde hareket halinde olan bu hayvanın boyu 75 cm., ağırlığı yüz kilo kadar. Düğmeli domuzlar obur hayvanlar. Önce yana kıvrılan, sonra yukarıya ve burnunun üstüne halka gibi dönen, 25 - 60 cm. uzunluğundaki kesici dişleriyle toprağı kazıyarak, çıkardıkları kökler ve yumrularla besleniyorlar.  İri vücutlarından beklenmeyecek kadar da hızlı koşuyorlardı. Koşarken, at gibi yelelerinin savrulması ve kuyruklarını bir anten gibi dik tutmaları dikkat çekiciydi. Onlara yön bulmada, ani dönüşlerde denge sağlamada yardımcı olsa gerek diye düşündüm.

Güzel pozlar veren bir başka Bakabug sakini ise impala antilop oldu. Antilopların birçok türü var. En narinlerinden biri olan ve Afrika'nın Güney ve Doğu bölgelerinde yaşayan impalaların çok güçlü ses işitme duyusu var. Burunlarıyla, filleri bile korkutabilecekleri düşünülen yüksek sesler çıkarmalarıyla biliniyorlar. Ayrıca çeviklikleri ve sıçramalarıyla tanınırlar. Arka ayaklarında eşlerini çekmek için kullandıkları, siyah bir saç tutamıyla kaplı koku bezleri vardır. Ömürleri 12 yıl kadardır.

Kamp; içinde bulunduğumuz doğal ortamı, bir hilal gibi çevreliyordu. Karşı yakanın sonuna kadar, yaklaşık 7 Km.lik yolu yürüdüm. Sevimli ama arsız babunların resimlerini çektim. Babunlar evlere dalıp çantanızı karıştıracak kadar haylazlar.  Mısır kazlarını, Cape Mahmuzlusu kuşlarını,  kutsal aynakları fotoğrafladım. Kutsal aynakları görmek beni heyecanlandırmıştı.  Eski Mısır'da kutsal bir hayvan kabul edilen bu aynaklar, tanrı Thoth'un simgesi olarak görülürmüş. Kutsal aynakların kanat uçları, kel olan başı ve kıvrımlı gagası dışında kalan tüm vücudu beyazdır. Uçarken kanatları ucunda bulunan siyah tüyler siyah bir çerçeve oluşturuyordu.

Kutsal Aynak

Pilanesberg Milli Parkında yaşayan 360 değişik türün yüzden fazlasını Bakabung'da görebilirsiniz. İlginç başka kuşlar da gördüm. Bizde muzcıl da denilen trako kuşu,  bütünaşamını ağaçlarda meyve arayarak ve bazı omurgasızları avlayarak geçiriyor. Kuyruklu ve kısa kanatlı olan bu kuşlar gürültücü gruplar halinde dolaşıyorlar. Eski bir inanışa dayanarak muzcıl da denilen bu kuşlar, adlarına karşın muz yemiyorlar. 

 

Kızıl kanatlı sığırcık, mavi ve pembe güvercin, tepelikaniş, boynuz gaga gibi ilginç ve güzel kuşlar fotoğrafladım. Çok güzel, küçük, sarı bir kuş daha gördüm. Resmini çekmek için çok çaba sarf ettim. Ama ürkekliğinden bir türlü güzel bir poz yakalayamadım. Kaçan balık büyük olurmuş derler. Fotoğraflayamadığıma üzüldüm.

Gördüklerim ve çektiğim fotoğraflar beni heyecanlandırdı. Akşam safarisine de çıkmaya karar verdim. İyi ki de çıkmışım. Yağmurdan sonra vahşi hayat bütün güzelliği ile devam ediyordu. Bu sefer şansımız da yanımızdaydı. Doğal ortamlarında neredeyse görmek istediğim ve de bilmediğim bir çok hayvanı görme fırsatı buldum.

İlk karşımıza çıkan grup; bir antilop türü olan; geniş göğüs kafesli, kuvvetli kudular oldu. Dünyanın en büyük üçüncü antilop türü olan kudular, küçük kudu ve büyük kudu olmak üzere iki türe ayrılmış. Büyük kudular dünyanın çeşitli yerlerinde bulunabilirken, küçük kudular sadece Güney ve Doğu Afrika'da yaşıyorlar. Cüsselerinin dışında vücutlarının yanlarındaki beyaz çizgilerin sayısı da ayrıştırmada yardımcı olur. Büyük kudular 7-10 kadar çizgiye sahipken, küçük kudunun gövdesinde 11-14 çizgisi vardır. Otçul olan kuduların erkekleri uzun ve spiral boynuzlara sahip. 8-15 yıl yaşıyorlar. Ağırlıkları 300 kg!a kadar çıkmakla beraber saatte 90 Km süratle koşabilirler.

Kuduları bıraktıktan sonra rehberimiz aldığı bir haberle rotamızı değiştirerek başka bir yöne doğruldu. 20 dakika kadar sonra 5 büyük ailesinden ilk büyüğümüzü gördük; Afrika fili. Karada yaşayan en büyük hayvan olan Afrika filinin erkeği 4 m boya ve 7.000 kg ağırlığa ulaşabiliyor. Dişi filler, genellikle yavrularıyla dolaşıyor. Bizim gördüğümüz tek başına dolaşan bir fil olduğu için erkek olsa gerek diye düşündüm. Vücut ısısını kontrol etmeye yarayan büyük ve geniş kulaklarını sallaya, sallaya dolaşıyor, otlanıyordu.

Filler doğal ortamlarında 70 yıl kadar yaşıyor. dokunma, görme ve işitme yolu ile iletişim kuruyorlar. Uzun mesafelerde, filler insanın duyamayacağı kadar düşük frekanslı sesler ve sismik iletişim yolu ile haberleşir. Üstelik zekâsı da primatlar ve balinalar ile kıyaslanacak düzeydedir. Bu duygusal hayvanların soyu, maalesef dişleri yüzünden kaçak avlandıklarından, tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Afrika filleri, Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) tarafından soyunun tükenme riski yüksek olan hassas türler arasında listeleniyor.

Az ilerde ise zürafalar narin boyunlarını uzatarak ağaç dallarını kemiriyorlardı. Toplu olarak bir arada yaşayan zürafalarda sosyal hiyerarşiyi, erkeklerin boyunlarını kullanarak yaptıkları dövüşler sağlıyor. Baskın erkekler, dişilerle çiftleşmeye hak kazanıyor. Yavrulara bakımdan yalnızca dişiler sorumlu. Bu sevimli hayvanları yürüyüşlerindeki zarafet,  görülmeye değer bir başka özellikleriydi..

Beş büyük arasında en çok merak ettiğim leoparlardı. Bu güzel ama belki de en vahşi yırtıcıya çocukluğumdan beri ayrı bir ilgi duyuyordum. Ne yazık ki bu safaride leopar göremedik, çitalarla yetinmek zorunda kaldım. Eşiyle birlikte bir ağacı altında yarı uyuklayarak vakit geçiriyorlardı. Hemen az ilerlerinde bir ceylan sürüsü vardı. Belki de onlardan birini akşam yemeği olarak gözlerine kestirmiş, uygun zamanın gelmesini bekliyor olsalar gerek diye düşündüm. 

Hayvanları bulmanın en kolay yolu; göl, gölet gibi su kenarlarına gitmek oluyor.  Özellikle su aygırı (Hipototam) ve filleri su kenarında görmek güzel olacaktı. Fillerin hortumları ile su fışkırtmalarını fotoğraflamayı çok istiyordum. Onları ararken sabahki yağmurun neredeyse bataklığa çevirdiği bir alanda bir başka güzellik bizi bekliyordu; gergedan. Sonradan yaptığım araştırmalarda bunun aslında daha büyük bir şans olduğunu öğrenecektim.

En büyük gergedan türü, aynı zamanda en uzun boynuza sahip olan Afrika gergedanları; "Beyaz Gergedan" olarak biliniyor. Bugüne kadar ölçülebilen en uzun boynuz 150 cm olmuş. Güney Afrika beyaz gergedanları bugün yok olma eşiğinden geri dönmüş. Kuzeyde yaşayan beyaz gergedanlar bunu başaramamış, son erkeği 2018’de öldükten sonra işlevsel olarak soyu tükenmiş. Soylarının tükenmesinin en büyük nedeni; gene insanlar. Zira gergedan boynuzları, ilaç sanayinde para ettikleri, statü sembolü oldukları için kaçak avlanıyorlar. Boynuzlarının afrodizyak etkisi yarattığına inanılıyor ve inanılmaz fiyatlara satılıyor. Sırf boynuzları yüzünden öldürülen gergedanları korumak için bazı milli parklarda boynuzları park görevlileri tarafından kesiliyor.

Mola verdiğimiz yerde kuş fotografçıları, bir çardağa konuşlanmış,  dev objektifleri hazır, sabırla bekleşiyorlardı. Biri bana sessizce arkamdaki ağaçlıkta güzel sarı bir kuş gösterdi. Bakabung'ta, peşinden koşup bir türlü fotoğraflayamadığım ürkek, sarı kuştu. Bu sefer rahat, rahat fotoğrafladım. Oradaki diğer fotoğrafçılardan adının Afrika Maskeli Dokumacı Kuşu (Southern Masked Weaver) olduğunu öğrendim. Yuvasını; su geçirmez, rüzgara dayanıklı, uzun süreli dayanacak sağlamlıkta ördüğü için bu adı hak ediyormuş. Yuvaları da rast gele değilmiş; bir ağaç dalından sarkıtarak vazo şeklini vermekteymiş. Beni en mutlu eden fotoğraflardan biri olarak arşivimde yerini aldı.

Bunun dışında safari sırasında kerkenez, kuzgun, sarıasma, keklik, bıldırcın, balıkçıllar, Cape mahmuzlu kuşu (spurfowl), aynaklar, çeşitli su kuşları gördük. Artık hava kararmaya başlamıştı. Dönüş yolunda son olarak çakallara rastladık.  Kirli sarı vücut rengine karşın sırtıları siyahlı, alacalı idi. Genellikle gececi bir hayvan olan çakallar, karanlık bastıktan sonra ulumasıyla uğursuz bir hayvan olarak tanınıyor.

Rehberimiz, en zor görülen hayvanların aslan, leopar ve gergedan olduğunu söyledi. Aslan günün ortalama 15 saatini uyuyarak geçirdiği için ve uyanık olduğu zaman ağaçların, çalılıkların arasında yaşadığı için ender görüldüğünü öğrendik. Koca parkta zaten 50 aslan ve 30 leopar yaşarken onlara rastlayamamış olmamızı, şanssızlık olarak görmemek gerekir. Aslında şanslıydık, nadir görünen gergedanları bulmuştuk. Rehberimiz, Buffaloların bu mevsimde bu taraflarda olmadıkları için onları arasak da bulamayacağımızı söyledi. Biz fil ve gergedanla yetinerek yorgun, argın kampımıza döndük. İlk safari deneyimi için fena değildi sanırım.

O yorgunluğa rağmen ertesi sabah, beşte kalkıp, herkes uykudayken, son kez parkın etrafında dolaşmaya çıktım. Yine kampın karşı yakasının sonuna kadar olan 7 Km.lik yolu yürüdüm. Doğa uyanmıştı. Gene ilk turumda gördüğüm kuşları, hayvanları fotoğrafladım. Yeni olanları da vardı aralarında. Mesela Beç tavuğu. Bu kuşun bu kadar güzel olabileceğini düşünemezdim. Belki de doğal ortamında olması onu güzelleştiriyordu. 

Bir başka güzellik ise; "Barber pole" ya da "Dactylonomy bicolor" çekirgesi oldu. Bu rengârenk doğa harikası, hiç ürkmeden poz vermekten çekinmedi.  

Ayrılık saati yaklaşıyordu. Adımlarımı hep ileriye gitmek istese de geri dönmeliydim. Adımlarımı hızlandırarak, gönülsüz dönüşe geçtim. Bu yere doyamıyordum. İlginç bir şey görür müyüm diye gözlerimle yamaçları tararken, birden çakıldım kaldım. Karşı yamaçta, kaldığım bungalovun üstlerinde, çalılıklar arasında, aslana benzettiğim bir nesne gördüm. Hemen 300 mm.lik objektifimi taktım ve onu bir dürbün gibi kullanarak daha yakından baktım.  Evet! Bir aslan ailesi  sabah gezintisine çıkmış, vakur bir edayla ağır ağır kaldığımız evin arkasındaki sırtlarda dolaşıyordu.

Bu güzel, heyecan verici nadir anı, uzaktan da olsa fotoğraflayabildim. Yanımda 1000 mm.lik objektifimin olmamasına üzüldüm, ama buna da şükür. Benim için gezinin en güzel sürprizi oldu. Uykusuzluğumun ve yorgunluğumun mükafatı oldu bu bana… 

                       

İlk safari deneyimimden inanılmaz keyif aldım. Aynı hayvanları gidip hayvanat bahçesinde, kafesler içinde görmekten çok farklı bir deneyim. Hele vahşi hayvanları, kapalı, küçük bir alan içerisinde hapsedilmiş halde seyretmekten çok farklı. Doğal ortamlarında, günlük yaşantıları sırasında vahşi hayvanlar, yanlarına yaklaşamasanız bile çok etkileyici. Ne yapacaklarını, ne tepki vereceklerini bilmiyorsunuz; kimini beslenirken, kimini uyurken, şanslıysanız avlanırken ya da çiftleşirken görme ihtimaliniz bulunuyor. Bu sebeple yolunuz Güney Afrika’ya ya da safari yapabileceğiniz herhangi bir ülkeye düşerse bu fırsatı kaçırmamalısınız. 

Ne zaman gitmeli

Mevsimler bize göre ters olduğu için onlara göre Ekim-Mart ayları arasındaki dönem yaz dönemi oluyor. Güney Afrika’nın en çok yağış aldığı zaman, dolayısıyla hayvanları görme ihtimalinizin olduğu aylar yaz ayları.  Mayıs-Ekim ayları arasındaki kış dönemi milli parkları ziyaret etmek için en uygun zaman. Yağışların nispeten az olduğu, hayvanların açıkta dolaştığı ve uzun süre beslendiği bu dönemde, haliyle fark edilmeleri de kolay oluyor. Bu dönem aynı zamanda çoğu hayvanın çiftleşme dönemi olduğu için böyle bir ana şahit olma ihtimaliniz de yüksek oluyor.

Ülke genelinde sıcaklıklar düşük değil. Yıl ortalaması 23 derece. Akşamları biraz serin olabiliyor. Bazı bölgelerde rüzgar sert esse de üşütmüyor, sadece yürümekte biraz zorluk çekebilirsiniz.

Bir başka seyahat yazımda buluşmak üzere…

Lami Yağcılarlıoğlu

Bu İçeriği Paylaş

Benzer Yazılar: